BAŞKENT ANKARA’DAN HABERLER

Atatürk Orman Çiftliği’nde devam eden dönüşüm süreci, Ankara ve diğer Türkiye kentlerinde bulunan kültür ve tarih varlıklarının yaşadığı süreçlerle benzerlikler taşımaktadır. Ankara’nın sembolik, mimari, tarihi, kültürel ve ekolojik değerlerini bir arada barındıran AOÇ, tarihi 50’li yıllara uzanan yerel kentsel politikalar ile koruma politikalarının bütünleşemeyişi sonucunda arazi varlığını ve bütünlüğünü kaybetmeye devam etmektedir. Böyle bakıldığında Başkent Ankara’nın dönüşüm süreci ve bu dönüşümün yerel yönetim anlayışları ile ilişkisi çeşitli ölçeklerde ele alınmayı gerektirmektedir.

Arredamento Mimarlık dergisi, Ankaralılar olarak hayret ve üzüntü içinde izlediğimiz, katılamadığımız ve itirazlarımızın dikkate alınmadığı bir yerel yönetim anlayışı içinde Modern Başkent Ankara’nın nasıl bir dönüşüm sürecinden geçtiğini Temmuz 2014 sayısındaki “Ankara Dosyası” ile ilgimize sunuyor.

Dosyadaki tüm içeriğe buradan ulaşabilirsiniz.

ÖYKÜSÜNÜ YİTİREN KENT ANKARA

İLHAN TEKELİ

Melih Gökçek yirmi yıldır Ankara’nın belediye başkanı, beş yıl için daha seçildi. Toplamı bir çeyrek yüzyıl yapacak. Bu çok uzun bir süre. Bu dönemde Ankara Belediyesi Türkiye belediyeciliğinde görülmemiş düzeyde büyük kaynaklar kullanmış, başladığı projeleri tamamlamayarak, bu projelerin finansmanını merkezi yönetimlere yıkabilmiştir. Öte yandan siyasi etkisini kullanarak, sürekli büyükşehir belediyelerinin yetkilerini artıran yasal düzenlemelerin yapılmasını sağlamıştır.  Ama mali kaynakları gelişmiş ve aşırı yetkilerle donatılmış bir belediyenin başında çok uzun süre başkanlık yapan Melih Gökçek döneminde Ankara kenti öyküsünü yitirmiştir. Kaynakların çok sınırlı olduğu Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Ankara’nın yaşayanlarına meslek adamlarına heyecan veren bir öyküsü bulunuyordu. Benim  Ankara’da yaşamaya başladığım 1960’larda kentin etrafında bir büyük gecekondu kuşağı oluşmuştu. Ama Ankara bu gecekondulardan bile bir öykü üretebiliyordu. Günümüz Ankara’sı dünyanın en büyük elli kenti arasında yer alıyorsa da bir öyküsü bulunmuyor. Bunun nedenini sorgulamak gerekir.

Bu durumun iki nedeni olduğu söylenebilir. Bunlardan biri Melih Gökçek Belediyesinin, şeffaf olmayan, katılımcı demokrasiye kapalı, ötekileştirici araçsal demokrasi yaklaşımıdır. İkincisi ise Başkanın günümüz dünyasının kentsel yaşamına ilişkin sığ vizyonudur. Bu vizyon; kentte öncelikleri yayanın değil, arabalının sorunlarını çözmeye vermektedir, kente ilişkin vizyonu Disneyland estetiğini aşamamaktadır, kente ana yolardaki binaların cephelerini tek düze hale getirmeye çalışacak bir saldırganlığı haklı görebilmektedir, kentin semboller sistemini kendi muhafazakarlık anlayışı içinde emrivakiler içinde yeniden şekillendirmeye çalışmaktır, diye sıralanabilir. Bu sığlığın ve saldırganlığın örnekleri artırılabilir. Son örneğini Ankara’ya yapılan kapılar sakaleti oluşturmaktadır.

Tabii böyle bir demokrasi anlayışı ve vizyon içinde kentin öyküsü yok olmakta, kimliği kalmamaktadır.

Arredamento Mimarlık, Temmuz, 2014


ANKARA EŞİTTİR TÜRKİYE KENTLERİ:

 “Masum Belediyecilik”ten Rant Üretme Makinasına

ALİ CENGİZKAN

 

KİTAP OLUR

Başkent Ankara’nın başına gelenler, öyle bir-iki makaleye sığmayacak! Ankara’nın “tasarımsal / mimari / kentsel bağlamlarda” geçirmekte olduğu dönüşüm, şu başlıklarla özetlenebilir kuşkusuz: Atatürk Orman Çiftliği alanındaki gelişmeler, bir emanetin ve dolayısıyla emanet miras yoluyla halka bırakıldığı için, hukuki olarak Medeni Kanun’un çiğnenmesi anlamına gelen örnekleri ortaya koymaktadır: 1. AOÇ alanındaki Başbakanlık Hizmet Binası yapılaşması; inşaat için alınan ‘yurütmeyi durdurma’ kararına karşın, hızla tamamlanmaktadır. 2. Yine aynı alandan son 1,5 yıldır, 1/10,000 Koruma Planı iptal edildiği halde, hukuksuz biçimde servis yolları geçirilmesi; Anayasa’ya aykırıdır.[1] 3. 2003 yılından beri, Cumhuriyetin kurulduğu 1920-1938 dönemine tanıklık eden Ulus Bölgesi, koruma alanı ilan edilmesine karşın, bakımsızlığa terkedilmiştir; plansızdır; plansızlığı tercih edilmektedir. 4. Yirmi yıldır aynı yerel yönetimin ellerinde, şehrin içinden, merkez dahil, bir dizi ‘karayolu’ geçirilerek, tünel, köprü ve yaya köprüleriyle kurulan oto öncelikli trafik akışı, merkezi nefes alınmaz ve yaşanmaz kılmıştır. 5. Erken Cumhuriyet Dönemi mimarlık örneklerine karşı gösterilen haşin davranış, sözkonusu seçkin mimarlık örneklerini yıkıma, talana ve parsellerine göz dikmeye karşı zayıf kılmıştır.[2] 6. Esasen Selçuklu ve Osmanlı Dönemi tekil yapılarına, Ankara Kalesi ve Hamamönü bölgelerindeki dokulara ‘restorasyon’ ve ‘koruma-yaşatma’ başlıkları altında yapılanlar, sözkonusu yapılara inşa edilmelerinden beri yaşatılan en büyük tahribatı oluşturmaktadır ve acı vericidir.[3] 7. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, 1992 ya da 1993 yılında ‘kentsellik’ taşıyan ögeler olarak düşünülen ‘kent kapıları’, akla gelebilecek en rüküş ve ilgisiz ‘motifler’le ve kullanım önerilmeden hızla, seçim yatırımı olarak bitirilmiştir. 8. Yine seçim yatırımı olarak ‘tamamlanmaya çalışılan’ 30 Mart 2014 öncesi hizmete açılan Çayyolu Metrosu ve Sincan Metro Bağlantıları, işletme mantıksızlıkları, teknolojik eksiklikler ve mimari tasarım ile planlama ‘harikaları’ barındırmaktadırlar.

 

KENTİN YÖNETİMİ NEYİ KAPSAR?

 

Oysa olağan durumlarda kentlerin sahipleri orada yaşayanlardır. Yaşayanlar kentin geleceğini belirler. Küreselleşen dünyada bu konu daha zor idare edilir, yönetilir olsa da, ülkeler ve insanları, kentlerin geleceğini kendi elleri ve iradeleri ile belirler; deneyimli ve yetenekli kadrolara bu geleceği kendilerine danışarak belirleme hakkı verirler.

Yerel yönetimleri ele geçirmenin merkezi yönetimin gücüne güç katacağı olgusu, sağ partilerin bir katkısı; onların ‘masum belediyecilik’ icraat kanalına bir darbesi… Ankara’da olup biten de bütün Türkiye’de kentlerde olup bitenlerden ayrı tutulamaz. Olup bitenlerin Ankara için farkı, onun Cumhuriyet’in erken döneminden başlayarak Türkiye kentlerine örnek olmasından kaynaklanmakta. Bu yüzden Ankara, Cumhuriyet geçmişindeki örgütlülüğünün ve akılcı geleneğinin ters yansıması olarak, en büyük darbeyi aldı. Spekülasyon, tarafgir uygulamalar, hizmet götürme sırasında kayırma ve ayrımcılık, şekilci demokrasinin uygulamaya geçtiği 14 Mayıs 1950’den başlayarak gelişmeye başlayan ‘olağan kötüye kullanım’ (suistimal) mertebesine kavuştu. Bütün sağ parti yönetimleri sırasında sürekliliğini koruyan suistimal, ki birileri Menderes ve Demirel ve Özal mirasçısı olduğunu iddia etmekte de haklıdır, bugün iyice çığrından çıktı.

Sağ belediyecilik Türkiye’de kentsel rantların ortaya çıkarılıp parlatılmasını gündemleştirdi. Daha doğrusu, kent mekanına bir rant nesnesi olarak bakmanın başlangıcı onlarla ortaya çıktı. Yapılan seçim ve kullanılan tercihlerin ‘içinde yaşanılan kente hizmet götürülmesi’ amaçlı olduğunu bekleyenler, ne kadar yanıldıklarını bir hizmet döneminde bir kaç kez değiştirilen kaldırım kaplamaları, yenilenen otobüs durakları, yapılıp yıkılan park alanları ile karşılaştıklarında, anladılar. Partizan doyurmayı amaçlayan hizmet götürme amaçlı ‘iş ve iştigal yaratma’, iş dağıtımını hedef alıyor, proje ve programlı işler adeta halktan kaçırılırcasına kendi yandaşlarına verilerek, ‘zaten yapılacak işin tanıdığa’ ya da ‘hamili kart yakinine’ teslimini ‘masumca, evet masumca’ düzenliyordu.

Sonra bu ‘masumluk adımını’ sosyal demokrat belediyeler de üstlendiler. Sanırım 1990’ların ortasında, artık yerel yönetimde bir partiyi desteklemek, o partinin kazanması durumunda elde edilebilecek ‘nimet’ ve ‘kolaylıklarla’ bağıtlanıyordu. ‘Sizin bölgeyi alırsak, merkezde şurada işgaliye parası düşecek, büfe fiyatları size özel’ falan gibi… Kent mekanının rantlarının paylaşımı, burada açıkça partili seçmen kanadıyla içselleştirilmeye başlandı. Ancak bu noktada ‘masumiyet’ bitiyor.

Ancak AKP’nin Ankara’daki 20 yıllık yerel yönetimi, artık katmerli, taammüden, önceden hesaplanmış ve en önemlisi de ‘kentin kendisini unutan’ bir ‘iş ve iştigal yaratma’ modeline kaydı. Liberal halkçı oyunlardan, açık oynanan yüzsüz ve arsız kapitalizme gelinen bu noktada, artık kentin geleceğini kimse bilmiyor, belediye başkanı dahil… Planlı olan bölgeler ve planlı işlerde ‘plan’, ezilmesi-aşılması beklenen bir belge olarak ortada. Bu nedenledir ki belediye, sayıları 100’ü bulan köprülü ve tünelli kavşakla övünüyor; Orta Doğu ve Balkanların en yüksek bayrak direğini dikmekle başlayan gönenç, yine aynı bölgelerin en fazla AVM barındıran kenti olmakla pomapalanarak şişiriliyor; ODTÜ Yolu ve AOÇ içinden geçirilen sözümona Ankara Bulvarı’nın yapımı için yalnızca plan yeterli oluyor, proje yapılmıyor; ne olacak ki, böyle olduğu için de kimi kavşaklar ve üst geçitler, fiiliyatta iki kez, yani yapılıp yıkılıp yeniden yapılıyor, yandaşlar daha çok kazanıyor!

Bir yaz sonu birdenbire yeni gelişecek bir bölgede yollar açıldığını, bakir alanlardaki bu yolların kaldırım ve ağaç, altyapı ve trafik ışıklarıyla donatıldığını görebilirsiniz. Başka bir yaz sonu da önceden ikinci konut alanı olarak belirlenmiş kentin sınırlarındaki kimi mahallelerin, birdenbire (hani pıtırak gibi, denir ya) ve oldukça yüksek konut ve ofis bloklarıyla dolduğuna tanıklık edebilirsiniz. Tabii her iki durumun da bir genel ya da yerel seçim kampanyasına eşlik etmesi sizi şaşırtmamalı. Daha da şaşrtmaması gereken gerçek, bu işlerin çevrildiği bölgelerdeki mülkiyet durumundaki yeni değişiklikler, bunların belediye başkanıyla ailevi, partisel ve cemaatvari ilişkileri… Ama neyse ki merkezi yönetim olarak hükumetimiz, olaya başından el koymuş durumda da, böylece tapu kadastro kayıtlarına ulaşmak pek müşkül ve yerel yönetimler de rahat rahat işlerini görebiliyorlar. Megaprojeler [4] ve Mülksüzleştirme Ağları [5] gibi bu girişimlerin ardındaki pusu aralamaya çalışan girişimler, ne yazık ki büyük başarılarına karşın, esas katkıyı konuyu zaten bilen okur-yazar-anlar kesime, basitleştirme ve berraklaştırma olarak sunuyorlar. Yaşanan ve bilincinde olunan arasındaki makas farkı giderek artıyor. Bu fark arttığı sürece, rantiye olsunlar-olmasınlar, sistemden yararlansınlar-yararlanmasınlar, yabancılaşan kentlinin bu sistem içinde hapis kalması doğallaşıyor.

 

TEMEL İLKELERE DÖNME GEREKLİLİĞİ

 

Bu noktada herşey konuşuluyor, ama örneğin, Ernst Reuter’in Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde verdiği Komün Bilgisi derslerinde, bir yerleşim birimindeki yaşamın, o yerleşim birimindeki örgütlenme ile nasıl içiçe geçmesi gerektiğinden hareket eden belediyecilik ve mahalle yaşamı kurgusu ve öğretisi, anılmıyor bile. Dolayısıyla üretilen en ‘modern’, ‘en nitelikli’, ‘en pahalı ve prestijli’ konut bölgelerinde bile, yaşam sorunu var! Yaşamayan, konut çevresi nasıl olur düşünülmeden üretilen çevrelerin ne otoparkları, ne konut yakın çevresi açık alanları, ne bu alanlarda hizmet üretecek kesimlerin hakları ve yaşam standartları, düşünülmemiş durumda.

Kent merkezinin ve alt merkezlerinin nasıl çalışacağı, AVM’lerin enerjisini emdiği sokak ve arastaların nasıl hayata yeniden döneceği, yaya ve oto birlikteliğinin, hizmet veren-hizmet alan diyaloğunun nasıl çözüleceği hiç bilinmeyen, kendindenliğe bırakılan garip ‘yapılaşmış alanlar’la karşı karşıyayız artık: Kent Bitti!

İşin daha da kötüsü, kent tasarlanıp bu tasarım süreçlerle yönetilmediğinde, kır da tasarlanmamış ve sınırsız tahribata açılmış olmakta. Yeni Yerel Yönetim kararlarıyla il sınırlarına genişletilen büyükşehir belediyelerinin uygulama yetki alanları, kırın ve köyün de tahribatına yol açmaya başladı bile. Madenler ve doğal kaynaklarla ilgili yeni yasalar, sanki hukuki gibi görünen kararlarla, doğal hayatımızı, tarihsel mirasımızı, giderek bizim de önceki kuşaklardan devradığımız varlık nedenimizi ortadan kaldırmaya aday.

Ve görüldüğü gibi, Ankara’da olup bitenler, başta İstanbul olmak üzere, diğer kentlerde olup bitenlerden pek de farklı değil.

 

Arredamento Mimarlık, Temmuz, 2014

 

Notlar:

[1] Haziran 2014 sonuna doğru, AOÇ alanına ilişkin en güncel ve kapsamlı araştırmalara ilişkin bilgi veren web sayfası, aşağıdaki adreste hizmete girecektir: http://aocarastirmalari.arch.metu.edu.tr/

[2] Su Süzgeci, Çubuk Barajı, TBMM Bahçesi, Cebeci Ortaokulu, Parklar ve benzeri örnekler, burada anılabilir.

[3] Bu yapılar, örneğin Arslanhane Camisi, Hacı Bayram Camisi gibi, 900 yıl korudukları değerleri, bilgisiz ve çapsız uzmanlıklar ve yöneticiler elinde bir çırpıda, yitirevermektedirler.

[4] http://www.megaprojeleristanbul.com/

[5] http://mulksuzlestirme.org/