KIRI VE KENTİ TASARLAMAK: GELECEĞİ TASARLAMAK

ORMAN ÇİFTLİĞİ: KURULUŞU, TARİHİ, FELSEFESİ [1]

DUYGU KAÇAR

Orman Çiftliği, Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre sonra, 1925’te, Mustafa Kemal’in özel mülkü olarak kurulmuştur. Bu tarih, başkentin ilk imar planının yapıldığı zamana denk gelmektedir. Modern şehircilik kuramlarına göre tasarlanması istenen ilk ve örnek kent Ankara’ya İstanbul’dan tren ile yaklaşırken Etimesgut örnek köy, Orman Çiftliği ise örnek çiftlik olarak başkentin neredeyse on misli büyüklüğünde kurgulanmıştır. Çiftliğin, Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyo-mekansal ve kültürel dönüşümünün sürekliliğinde bir üretim, rekreasyon ve kültür mekanı olarak tasarlanmış olması, onu, yeni rejimin temel felsefesini temsil eden, benzersiz bir mekansal pratik yapmaktadır. Dolayısıyla, bu çalışmada Orman Çiftliği, bir toprak problemi ya da miras konusu olarak tartışılmayacak, varlığı Türk Ulusu’nun kültürel dönüşümüne bilinçli bir katkı olarak değerlendirilecektir.

Mustafa Kemal’e göre kültür “… bilim ve bilgi temelli bir yaşam biçimi, çağdaş dünyaya açılmak ve ona tamamıyla eklemlenmek için bir yol, Türk toplumuna refah, barış ve mutluluk getirmek için başarma inancı”dır (Güvenç, 2003, 35). Mustafa Kemal kültürü medeniyetten farklı olarak düşünmediğini söyler ve aslında bu kavramı eğitim yerine de kullanır:

“Şimdiye kadar takib olunan tahsil ve terbiye usullerinin, milletimizin tarihi medenniyatında en mühim bir amil olduğu kanaatindeyim. Onun için bir milli terbiye programından bahsederken, eski devrin hurafatından ve evsafı fıtriyetimizle hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garbden gelen bilcümle tesirlerden tamamen uzak, seciye-i milliye ve tarihimizle mütenasip bir kültür kastediyorum; çünkü davayı millimizin inkişafı tam-mı ancak böyle bir kültürle temin olunur. Laalettayin bir ecnebi kültürü şimdiye kadar takib olunan yabancı kültürlerin muhrib neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür “haraseti fikriye” zeminle mütenasibdir. O zemin milletin seciyesidir” (Duru, 1947, 12).

Mustafa Kemal, ulusumuzun tamamlanmış bir gelişimi için gerekli olan kültürün Türk ulusunun kendi karakterinde olduğunu düşünmekteydi. Bu bakışaçısının Orman Çiftliği’nin varoluş nedeni ile de ilişkisi olduğu düşünülerek, bu çalışmada, Çiftlik’in kökleri tarih içindeki temel kültür tanımlarıyla ilişkilendirilerek irdelenecektir. Bu tanımlar sırasıyla:

1. Kültürün en erken tanımı olarak değerlendirilen ve de üretimde verimin artırılması fikri ile ortaya çıkan doğanın ıslah edilmesi.

2. Tanımın onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda genişlemesiyle, insanoğlunun eğitilmesi bağlamında zihinlerin ıslahı.

3. Onsekizinci yüzyılın sonlarından itibaren kültür kavramının toplumun  ilerlemesi anlamında kullanılmaya başlamasıyla, sosyal gelişim süreci.

4. Antropolojik bakisin ürettiği, anlamlar,

5. Yine antropolojik bakışın ürettiği, anlamları üreten pratikler (Bocock, 1992, 234)

6. Yaşam biçimi ve anlamın üretilmesi tanımlarını ilişkilendiren antropolojik görüşlerden türeyen temsiliyetlerin ağı (Frow ve Morris, 1993, viii) olacaktır.

Tüm bu kültür tanımları Orman Çiftliği’nin kuruluş felsefelerinden birinin karşılığı olarak ele alınacak ve içinde yer aldığı dönemin koşullarında yani uluslararası bağlamında tartışılacaktır.

TOPRAĞIN, TOHUMLARIN, HAYVANLARIN ISLAHI

Kültürün en erken tanımı olarak değerlendirilen doğanın ıslahı, toprağın iyileştirilmesi ve üretimde verimin artırılması fikri ile ortaya çıkmıştır. Aslında, toprağın ıslahı ve üretimin artırılması Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra pek çok ülke için temel konulardandı. Tüm dünyada yeni devrimci rejimler ortaya çıkarken, pek çok ulus yiyecek kıtlığıyla karşı karşıyaydı. Daha iyi bir yaşam için bu ulusların ‘kendi kendine yetebilmesi’ şarttı. Böyle bir ortamda İtalya’da iktidara gelen Mussolini, ülkesini yiyecek ithalatına bağımlı olmaktan kurtarmak amacıyla, 1923’ten itibaren tarım ve sosyo-ekonomik gelişme için kanunlar düzenlemeye başladı. Nihayet 1925’te, Mussolini, rejimin ideolojisi ile paralel olarak, İtalya’da Tohum için Savaş’ı (The Battle for Grain; İtalyanca La Battaglia del Grano) başlatırken, Roma’nın güneyindeki 800.000 km2 bataklık alanı kurutarak tarıma açtı. 1926 ve 1940 arasında yetmişten fazla kent ve kırsal yerleşim alanı kuruldu. Böylelikle, daha önce bataklık ve verimsiz olan topraklar tarıma elverişli hale getirildi ve toprağı ekmeleri amacı ile çok sayıda aileye paylaştırıldı. Ancak, bu ailelerin bölgeye İtalya’nın farklı kesimlerinden getirilmiş olması daha sonra iç sömürgecilik olarak değerlendirildi. (Caprotti, 2007, 651-79)

1929’da tarih içindeki en kötü buhranını yasayan Amerika’da da kendi kendine yetebilmek başlıca problemdi. 1930’dan itibaren düşen çiftlik gelirleri, pek çok çiftçinin topraklarını terk etmesine neden oldu. Aynı zamanda giderek artan işsizlik problemine çözüm olarak New Deal Projesini sunan Franklin Delano Roosevelt yönetime geldi. Roosevelt bu projesi ile, Amerika’da bilimsel toprak yönetimi ve verimli tarım üretimi konularında halkı bilinçlendirerek, toplumsal yaşantının onarımını hedefledi. New Deal kapsamında değerlendirilebilecek en büyük toprak ıslahı projesi ve kırsal kalkınma örneklerinden birinin Tennessee Valley Authority olduğunu söylemek mümkündür. TVA, Roosevelt’in 1933’ten itibaren geliştirdiği kendi kendine yeten refah projelerinden en önemlisi olarak, kırsal kesimden kente nüfus akışına karşı da bir önlemdi. İtalya ve Amerika’da yakın tarihlerde üretilen bu projeler her iki ülkede de propaganda malzemesi olarak kullanıldı ve çekilen belgesel nitelikli filmler ile elde edilen başarı geniş kitlelere ulaştırıldı.

Orman Çiftliği’ni bu örnekler ile birlikte değerlendirmek mümkündür. Cumhuriyet’in kuruluşundan hemen bir kaç yıl sonra, 1925’ten itibaren, yeni başkentin batısında, İstanbul’dan gelen tren yolunun üzerindeki yaklaşık 150 km2 çorak ve bataklık arazi bilimin ışığında ıslah edildi. Bu bağlamda, Orman Çiftliği yeni başkentin ilk ağaçlandırılan topraklarından olurken, Mustafa Kemal de beşeri kararlılık, teknik bilgi ve çalışkanlık ile en verimsiz toprağın bile verimli arazilere dönüştürülebileceğini kanıtlamış oldu. Böylelikle, Ankara hakkındaki önyargılar yıkıldı, yeni başkent Osmanlı’nın başkenti İstanbul karşısında güç kazandı.  

Dolayısıyla, bu üç örnek için de kültür, bir yaşam projesi olarak değerlendirilebilir. Ancak, çoktan sanayileşmiş olan İtalya ve Birleşik Devletler’deki örnekleri kırsal kesimden kente göçü engellemek amaçlı girişimler olarak değerlendirmek mümkünken, Orman Çiftliği’nin ne nüfus göçüne karşı geliştirilmiş bir önlem ne de sömürgecilik için oluşturulmuş yapay bir ortam olduğunu söyleyebiliriz. Çiftlik, daha önce sanayileşememiş Osmanlı’nın sürekliliğindeki genç Türkiye Cumhuriyeti için örnek bir üretim mekanı olmuştur. Elde olan kısıtlı ulusal kaynaklar ile uygarlaşma ve endüstrileşme gayretleri, Orman Çiftliği’ni diğer örneklerden farklılaştırarak benzersiz kılmaktadır.

ZİHİNLERİN ISLAHI

Onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda genişleyerek insanoğlunun eğitimi‘ni de içeren kültür tanımı zihinlerin ıslahı halini aldı. 1890’lardan itibaren, doğa çalışmalarını müfredata ekleyen Birleşik Devletler’in ilerici eğitimcilerinin çalışmalarını bu kapsamda değerlendirmek mümkündür. Bilimsel üretim, verimlilik ve de sosyal yaşantının onarımıyla da ilgilenen bu yaklaşım ile genç kız ve erkekler, 4-K kulüplerinde özgüven sahibi ve ülkeleri için yararlı vatandaşlar olmak üzere eğitilmekteydiler. Söz konusu gençler yaparak öğrenirken, toplum içinde katılımcı, yaratıcı, kendi kendine yeten bireyler haline gelmekteydiler. Bu bireyler, bilimsel yöntemlerle tarımı, hayvancılığı, hatta ev ekonomisini deneyimleyerek kendi deneyimlerini, içinde yaşadıkları toplumun yetişkinleriyle paylaşmaktalardı.

Türkiye’de ise yeni rejim bağımsız bir ekonomik ve endüstriyel yaşam için eğitim alanında reformlar gündeme getirdi. Ulusal kalkınma için eğitimin pratik bilgiyi ve aynı zamanda sosyal değerleri içermesi beklenmekteydi. Bu nedenle, Amerika’nın önde gelen ilerici eğitimcilerinden John Dewey ilk kültür danışmanı olarak Eylül 1923’te, Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra, Ankara’ya davet edildi. Davet mektubunun eline ulaşması geciken Dewey, Ağustos 1924’te eşi Jane Dewey ile birlikte önce İstanbul’a oradan da tren ile Ankara’ya ulaştı. 22 Ağustos’ta Ankara’da gerçekleşen Türk Muallimler Derneği Kongresi’nde Profesör Dewey ile görüşlerini tartışan Mustafa Kemal, birkaç gün sonra, 28 Ağustos 1924’te bu kongre nedeniiyle verilen yemekte yaptığı konuşmasında, genç kız ve erkeklerimizin talim ve terbiyesinin her seviyede uygulamaya dayalı olması gerektiğine vurgu yapmaktaydı:

“Erkek ve kız çocuklarımızın, aynı sûretle, bütün tahsil derecelerindeki talim ve terbiyesinin amelî olması mühimdir. Memleket evlâdı her tahsil derecesinde iktisadî hayatta âmil, müessir ve muvaffak olacak sûrette techiz olunmalıdır”. (Ata, B.)

Mustafa Kemal’e göre, Türk gençlerinin endüstriyel hayatta başarılı ve verimli olabilmeleri için bilimsel bilgi ile donatılmış olmaları gerekmekteydi. Bu bağlamda, Dewey, Türkiye’deki eğitim üzerine yazdığı ilk raporunda kız ve erkek öğrencilerin yaparak öğrenme yöntemiyle deneysel çevrelerde, örneğin açık hava ya da yarı açık hava okullarında kendilerini geliştirebileceklerini anlatıyordu. [2] Bireylerin kişisel deneyimlerinin önemi üzerinde duran Dewey, ülkesine döndükten sonra daha detaylı bir rapor daha yazdı. Ne var ki, Mustafa Kemal’in genç nesilin uygulamalı eğitimi konusundaki görüşlerinin Dewey’in fikirlerinden etkilenerek mi oluştuğu konusunda henüz somut verilere ulaşmak mümkün değildir.

Yine de, Türkiye Cumhuriyeti’nin liderinin, genç nesili Orman Çiftliği’nde istihdam ederek kendi zeminlerinde kendi deneyimleri ile eğitmeyi amaçladığı açıktır. Çiftlik’teki bu deneyimin, tarımla uğraşan diğer kesimi, söz gelimi köylüyü eğitecek olan genç nesili ulusun ihtiyaçları konusunda daha da bilinçlendirdiğine şüphe yoktur. Bilime ve Türkiye’nin ekonomik refahına inanan bu genç nesilin Çiftlik içinde, pratik bilgiyle, gerçek hayatın gerçek koşullarında, uygulamalı olarak eğitilmesi, Atatürk Orman Çiftliği’ni bir açık hava okulu yapmıştır.

SOSYAL GELİŞİM SÜRECİ

Onsekizinci yüzyılın sonlarından itibaren kültür kavramı toplumun ilerlemesi anlamında kullanılmaya başladı ve toprak, tarım ve üretim ile ilgilenen tüm bireylerin eğitilmesi söz konusu oldu. 1870’lerden itibaren, Rusya, Bulgaristan ve Doğu Avrupa’da ekonomik kalkınma için köylünün eğitilmesi gerekli görüldü. Bu yaklaşıma göre, ‘köylü ulusun belkemiği’ idi. Alman, Rus ve İngiliz edebiyatı da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra köylüyü ‘ulusun temeli’ olarak idealize etti (Karaömerlioğlu, 2006, 54). Yeni bir toplum yaratma amacı ile köylülerin iyi eğitimli, üretken ve aynı zamanda iyi birer vatandaş olmaları beklenmekteydi. Öte yandan, pek çok yazar, modern ve endüstrileşmiş ülkelerin bu toprağa dönüş hareketini kırsal kesimden kente göçü engellemeye yönelik alınan önlemler olarak değerlendirmektedir (Kirk, der., 2005, 67) (De Grand, 1995, 48). Nazi Almanya’sının ve Faşist İtalya’nın kente göçü engellemeye yönelik yasaları bu iddiaları doğrulamaktadır.

Buna karşın, daha önce de değinildiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu endüstrileşmiş bir ülke değildi. Türkiye sınırları içerisindeki sınırlı endüstri yabancıların elindeydi. Dolayısıyla, genç cumhuriyetin bağımsızlığını sürdürebilmesi için ekonomik olarak kendi kendine yetebilmesi gerekmekteydi. Yine de nüfusun çok büyük bir bölümü tarım ile geçinmekteydi ve tarım da ulusal ekonominin temeliydi. Bu nedenle, 1 Mart 1922’de TBMM’nin üçüncü yılının açılış konuşmasında Mustafa Kemal köylüyü ülkenin sahibi ve milletin efendisi olarak tanımladı. 17 Şubat ve 4 Mart 1923 arasındaki ilk Türk Ekonomi Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda, tarım sektörü daha sonraki yıllarda da, kanunlar, toprak reformları, Ziraat Bankası, Tarım Kredi Kooperatifleri, Kuru tarım istasyonları, ziraat okulları ve enstitüleri ile teşvik edildi.

Orman Çiftliği, böyle bir dönemde, Tohum Islah ve Üretim Enstitüleri ile birlikte kuruldu. Çiftlik ortamında yetişen genç nesil tüm yurda dağılarak, köylünün alışkanlıklarını değiştirerek, tarımda makineleşmeyi yayacak, verimi artırabilmeleri için onlara tohumları ulaştıracak, hayvancılık için de yeni örnekleri tanıtacaktı. Böylece ürünlerini geliştirip, verimi artıracak olan köylü, ulusal ve uluslararası pazarlarda daha etkin olabilecekti.

Modern aletler ve metodlar Birinci Dünya Savaşı sonrasında az çabayla çok üretim yapılmasının tek yöntemiydi. Bu nedenle, tarımsal ürünleri korumak için modern yöntemler, tohum ve hayvanların sağlığına yönelik önlemler, çiftlik makinelerinin bakımı ve onarımı gibi konular Türk ulusunun öğrenmesi gereken önemli hususlardı. Tarımda verimlilik aynı zamanda, daha çok insanın bilim, endüstri ve sanat gibi diğer alanlara kaydırılmasının da tek yoluydu. Dolayısıyla, tüm bu yeniliklerin sergilendiği ve deneyimlendiği Orman Çiftliği, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınma modelinin ve onun anti-emperyalist var olma savaşının bir parçasıydı.

ANLAMLAR, DEĞERLER, YAŞAM BİÇİMLERİ

“Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız.”  Mustafa Kemal Atatürk

Kurtuluş Savaşı’ndan sonra halk ekonomik olarak güçsüz ama gündelik yaşantısında geleneklerine bağlıydı. Mustafa Kemal’e göre, medeniyet kültürden başka bir şey değildi ve kültürü Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli olarak niteliyordu. Türk ulusu için bağımsızlık ruhu gibi temel tarihi ve kültürel özelliklerini kaybettirmeden yeni bir yaşam biçimi tanımlıyordu.

Orman Çiftliği, Ankara’da yeni kültürün sergilendiği mekanlardan biri oldu. Rapoport’a göre “İnsanlar belli bazı kentsel alanları ya da konut biçimlerini anlamlarından dolayı severler.” (1982, 14) Kentli için Çiftliğin anlamı ‘medeniyet’ti. Marmara ve Akdeniz havuzlarında yüzen, kürek çeken, yüzme yarışlarını izleyen, yüzme dersi alan, Çiftlik Restoranı’nda yemek yiyen, Bira Parkı’nda sosyalleşen, Hayvanat Bahçesi’ni gezen, yürüyüş yapan, Marmara Köşkü’nde senfoni orkestrasinı dinleyen ya da ormanda koşan Ankaralı, yeni yaşam pratiklerine ve de kültüre alışmaktaydı. Dönemin gazetesi Hakimiyet-i Milliye‘nin de yazdığı gibi, Orman Çiftliği, yeni rejimin vitrini ve Ankara’nın medeni yaşantısının yansımasıydı.

Birey ve toplum arasındaki etkileşimin yansıtan ve de yeni cinsiyet rollerini biçimlendiren Çiftlik ortamı, ulus devletin kalbinde, kentliler için de medeniyet anlamına gelmekteydi. Bu nedenlerle, sadece genç nesil ya da köylüler için değil, Orman Çiftliği tüm Ankara halkı için bir açık hava okulu idi.

ANLAMLARI ÜRETEN PRATİKLER

Kentlileşme kavramı çoğu zaman geniş anlamda ‘kent çalışmaları – ekonomileri, politikaları, sosyal ve kültürel boyutları’ anlamında kullanılır. Aslında Birleşik Devletler’deki erken kullanımı daha anlamlıdır: kent kültürü bağlamında ‘yaşam biçimi olarak kentlileşme’. Wirth, L.[3]

Antropolojinin türettiği kültür tanımlarından biri de anlamları üreten sosyal pratiklerdir. Sembolik değerler, ritüeller ve gündelik yaşantı ve sosyal süreçlerde üretilen aktiviteler bu yaklaşım kapsamında ele alınmaktadır. Erken Cumhuriyet döneminde de, modern şehircilik ve mimarlık uygulamaları, yeni rejim ve onun felsefesine ait anlamları üreten pratikler arasındaydı.

Başkent için medeni dünyanın kapsamlı fikirlerini yansıtan Jansen planı hazırladığında Orman Çiftliği hala kentin bir kaç misli büyüklükte bulunmaktaydı. Türkiye’nin ilk tasarlanmış kenti olarak Ankara, yeni kurulmakta olan ulus devletin bir sembolü idi ve kentin fiziksel görünümü modern şehircilik ve mimarlık prensiplerine dayanmaktaydı. Bunu gerçekleştirebilmek için yurtdışından davet edilen yabancı mimarlar aynı zamanda eğitim de vermekteydi.

Bu mimarlardan biri olan Ernst Egli, Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı’nın baş mimarı olarak Mustafa Kemal’in özel çiftliğinin kentsel tasarımını hazırladı. Daha önce Alman İnşaat firması Philipp Holzmann’ın 1925 ve 1926 yılları arasında inşa ettiği ilk yapı grubundan başka Egli Mustafa Kemal için Marmara Köşkü, Türk Hamamı, Bira Fabrikası, çalışanlar için lojmanlar, Mustafa Kemal’in manevi kızı Ülkü için bir konut ve Onuncu Yıl Okulunu tasarladı. Alman inşaat firması Philipp Holzman’ın Orman Çiftliği için inşa ettiği ilk yapılar gibi İsviçre’li mimar ve kent plancısı Ernst Egli’nin Çiftlik bağlamında ürettiği projeleri de medeniyeti temsil etmekteydi. Bu nedenle, Orman Çiftliği’nin yeni inşa edilmiş ortamı medeni dünyanın gündelik yaşantısına ait pratiklerin deneyimlendiği yerdi. Çiftlik, Cumhuri-yet’in ideal vatandaşı için görsel çevreyi oluştururken, boş zaman aktiviteleri için de rekreasyon alanı sunuyordu. Böylelikle, başkentin batısındaki bu ortam, medeniyetin işaret ve sembollerinin sergilendiği yer halini aldı. Böylelikle, Orman Çiftliği’nin inşa edilen çevresi, daha önceden küçük, kırsal bir kent olan Ankara’nın hızlı yapılanma sürecinde, Osmanlı’nın başkenti İstanbul karşısında politik güç kazanmasına yardımcı oldu.

TEMSİLİYETLERİN AĞI

“Göz kamaştıran Orman Çiftliği ile kırsal Ankara Mustafa Kemal’in Ankara’sına dönüşmüştür”. [4]

Kültürün antropolojik bakışaçısıyla yapılan tanımlarından yaşam biçimi ve anlamın üretimi karşı bir tanımla yeniden ilişkilendirilmiştir. Bu tanıma göre, kültür ‘sosyal hayatın üretimi ve yeniden üretiminde aktif bir bileşen’ olarak açıklanırken, kültürel akışların dinamik niteliklerini de kapsar. Nihayet kültür, ‘sosyal hayatın her yönünü biçimlendiren – metinler, görseller, konuşmalar, davranış kodları ve tüm bunları organize eden anlatı yapıları, yani temsiliyetlerin ağıolarak biçimlenir (Frow ve Morris, 1993, viii). Bizim örneğimiz söz konusu olduğunda, bu ağı, yani yeni kültürün sürekliliğindeki yaşam pratiklerini ve de sosyal hayatın üretimi ve yeniden üretimini, dönemin Ankara ve Orman Çiftliği üzerine olan belgesellerinden takip etmek mümkündür.

Kalabalıklara ulaşabilen bu belgeseller, Türkiye Cumhuriyeti’nde de yeni başkentin inşası ve felsefesinin yansıtılması amacına hizmet etti. Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. yıldönümü için Rus film yapımcılarına sipariş edilmiş olan Türkiye’nin Kalbi Ankara (55:30 dakika) adlı film daha çok bir propaganda filmi niteliğindedir. Yeni hükümetin felsefesini, başarısını, kalkınma arzusunu ve yaşam kalıplarının hızlı değişimini eski/yeni, geleneksel/modern, yaşlı/genç, antik/çağdaş ve gibi karşıtlıklar ile vurgulayan bu film, Mustafa Kemal’in Türk Ulusu’na ve tüm dünyaya mesajlar verdiği onuncu yıl nutkuyla biter. [5]

Diğer her şeyden önce, 1930’da çekilen görüntülerin Orman Çiftliği’ne ait olması ise anlamlıdır. Yeni rejimin modern ortamının sergilendiği Gazi Mustafa Kemal, Atatürk Orman Çiftliği’nde isimli belgeselde, Mustafa Kemal Amerikan büyükelçisi Joseph C. Grew’u misafir etmektedir. Büyükelçiyi tüm ulusun gurur duyduğu Çiftlik’te gezdirirken Mustafa Kemal’e Çiftlik müdürü Tahir Coşkan, çok sayıda çalışanı ve de eşi Latife Hanım eşlik etmektedir. Dolayısıyla, bu çekim, Orman Çiftliği’nin uluslararası görüşmelerdeki yeri konusunda bilgi veren birincil kaynaktır. Yine aynı gün, Orman Çiftliği’nde çekilmiş olan başka bir kayıt da Gazi Mustafa Kemal’in Amerikalılara Hitabı adlı belgeseldir. Bu kayıtta da Mustafa Kemal yine Amerikan Büyükelçisi ile görülmekte, Amerikalı’lara hitaben bir konuşma yapmaktadır. Bu anlamda, Orman Çiftliği Mustafa Kemal’in tüm dünya ülkelerine barış mesajı verdiği bir yerdir.

SONUÇ

Orman Çiftliği, yeni başkentin girişindeki çorak ve bataklık toprakları ıslah ederek; genç nesillerin uygulamaya dayalı eğitimine zemin oluşturarak; Türk köylüsünün üretimde verimini artırmak için çiftçiye dönüşümüne ortam hazırlayarak; Ankara halkının modern Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına dönüşümünde yeni kent kültürü ve pratiklerinin sergilenme ve deneyimlenmesine mekan oluşturarak en başından beri medeniyeti, aydınlanmayı, gelişimi, üretimi ve sömürgeci düzenin reddini temsil etmiştir. Tüm bu özellikleri ile Çiftlik’in, kırsal Ankara’nın Cumhuriyet’in başkentine dönüşümündeki  rolü büyüktür. Pek çok ülkenin siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel anlamda dramatik değişimlere şahit olduğu yıllarda, hem Ankara hem de Orman Çiftliği sosyal  bilinçlenmenin, çaba ve başarının sembolü haline gelmiştir. Ankara, Orman Çiftliği ile birlikte tüm Anadolu için kendi kendine yetebilmenin örneği olmuştur. Bütün bu nedenlerle, kendi çağdaşlarıyla kıyaslandığında, Orman Çiftliği’nin ve var olma sürecinin özgün ve emsalsiz olduğu açıktır.

 

[1] Bu çalışma, ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü, Mimarlık Programı’nda Prof. Dr. Baykan Günay danışmanlığında yazar tarafından tamamlanmış olan doktora tezinin bir özeti niteliğindedir (Kaçar, 2010). Çalışmada yer alan birincil kaynaklara Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşivi, Başbakanlık Devlet Arşivleri, Library of Congress, Washington, DC, National Archives Research Administration, Washington, DC, U.S. Department of Agriculture, Washington, DC, ETH Zurich Library, İsviçre, Vehbi Koç ve Ankara Araştırmaları Merkezi (VEKAM), ve ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Haritalar ve Planlar Dokümantasyon Birimi’nden ulaşılmıştır.

[2] John Dewey’nin ön raporu, National Archives Research Administration, USA.

[3] Monclus, F. J. ve Guardia, M. (2006), xiv-xv.

[4] Araz, 1998, 20 ve Erdoğdu, 1999, 32-34.

[5] Daha detaylı bir tartisma için bkz. Sargın, G. A. (2005).