ORMANIN ORTASINDA, ORMANIN ORTASINA

ORMANIN ORTASINDA, ORMANIN ORTASINA

ORMANIN ORTASINDA, ORMANIN ORTASINA yapılanlar, birdenbire herkese -halka karşı- yapılmış bir harekete dönüşüyor. 1925 yılından, yani Kurtuluş Savaşı bittikten sonra başlayan tarımsal kalkınma ya da Ziraat Marşı’nda anıldığı biçimiyle “tarım savaşı”, ilk önce bu sert bayır ve sırtlarda başlamıştı. Bir yandan, Karadeniz ve Marmara Havuzları, regülatör havuzlar olarak kullanılıp, mevsim temelinde bataklığa terkedilen Çubuk Çayı’nın suladığı ova kurutuluyor ve tarıma uygun hale getiriliyor; öte yandan da, her iki havuzun da yeraldığı “tarassut” (gözlem) noktaları, izlemeye, yaşamaya, dinlenmeye ve adeta, çalışmanın ödülünü almaya özgüleniyordu. Orman dikimi, akasya ağaçları ile bu tepede başladı. Bu tepe, yoğun çabalara dayanamayıp hızla göverdi; çamlar da akasyalara eklendi. Havuzların yüzme amaçlı kullanılması da düşünülmeye başlandı. Niçin bu “tarassut” tepesinde bir dinlenme köşesi yapılmasın, henüz yeni yeni Payitaht İstanbul’u terkedip Ankara’ya taşınmayı kabul etmeye başlayan büyükelçiler niçin burada ağırlanmasın, zamanla bahçe ve köşk de niçin halka da açılmasındı. Roma şehrinden mülhemdir: Yerleşimler yüksek tepelere kurulur ki, rüzgar alsın, kötü kokular ve kirli hava kaçsın; güney yamaçlara yerleşip yayılır ki, evler kolay ısınsın ve sokaklarda fazla üşümesin. Bir tarassut tepesini, Namazgah’ı, serinliği ve Ova’ya hakimiyetiyle çok beğendiğini, sağlığında Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’na söylemişti: Vasiyet bildiler, cenazesini 1938’den 1954’e kadar orada, Etnoğrafya Müzesi’nde beklettiler. Başka bir tarassut tepesine, Rasattepe’ye, bugün Anıtkabir olan yere, Aydın Milletvekili Mithat Aydın’ın tavsiyesi ile yıllar sonra defnedileceğini nereden bilsindi.

Bu arada Söğütözü’ndeki kulübeciği de kullanıyordu Gazi Paşa, yerlerde oturuyor; yakışık almıyordu. İlk planları Ernst Arnold Egli’nin yokluğunda elden geçiren Mimar Kemalettin’in ömrü, tasarladıklarını gerçekleştirmeye elvermedi, 1927 yılında göçtü. Hem Egli de, ki kendisine Hoca deniyordu, beğenmemişti onun elinin değdiği çizimleri. Hoca yeniden el attı tasarıma, Marmara Köşkü çıktı ortaya. Yazdığı 1934 tarihli raporda ortaya attığı fikir olarak halkın kullanımına açılan ‘hafta sonu oteli’, biraz daha geç tarihlerde, 1950’li yıllarda, Marmara Oteli olarak ortaya çıkacaktı. Orman hızla yükseliyordu, sincapları, baykuşları, tarla fareleri, ve de diğer ‘hayvanat’ ve ‘nebatat’ıyla. 1950’li yıllarda gündeme gelen işlevsizleştirme, belki havuzda yüzmek ve havuz suyu ile çocuk felci arasında bağlantı kurulması, yüzme havuzlarının kullanımının düşmesine yol açtı. Ama esas kopuş, 1954 yılından başlayarak Atatürk Orman Çiftliği arazisinden konut kooperatiflerine ve sanayi kuruluşlarına, demiryollarına arsa tahsisi ile başladı. Bu durum, 1954’te yarışması yapılıp 1957’de kesinleşen üçüncü Ankara Planı olan Yücel Uybadin Planı’nın bu ara kararları plana taşıyıp meşrulaştırmasıyla ivme kazandı. 1960’lı yıllarda kamusal alan kullanımının sokağa ve kente taşması, Kızılay’ı merkezileştirirken; 1970’li yıllarda yaşanan terör ortamı nedeniyle kamusal alanlar boşaltıldı ve kentlerin kent olmaktan çıkmasıyla, öteden beri yaşanan işlevsizleştirme ve işlev kaymaları (deplasmanları) tortulanıp yerleşiklik kazandı. 1980 darbesi, bir cunta yönetimi olarak Atatürk’ün adını da anarak, Marmara Havuzu ve Marmara Köşkü’nün batısında bir ada içinde Gazi Orduevi’ni yaratmakta; Karadeniz Havuzu’nun yanında ise devlet mezarlığı ve Devlet Mezarlığı Müzesi’ni gerçekleştirmekte bir sakınca görmedi. Kimse ‘Ne işi var asker otelinin Atatürk Orman Çiftliği’nde; ne işi var mezarlığın Karadeniz Havuzu’nun tepesinde?; diyemedi. Bunlar yetmiyormuş gibi, Merkez Caddesi’nin tam ekseninde, Selanik’teki Atatürk Evi’nin bir replikası inşa edildi. Cunta gerçekleştiğinde tadilat halindeki Marmara Oteli ek inşaatı durduruldu; askerlerin varlığını tehdit eden bu çok katlı bina hakkında, ihale yasasının da bağladığı bir ‘zorunluk düğümleri’ içinde, bir türlü karar verilemedi. Bunlar yetmiyormuş gibi, Marmara Köşkü dinlenme evi, başlangıcı cunta dönemi sırasında olmak üzere Milli İstihbarat Teşkilatı MİT’e verildi; yapı, 12 Eylül 1980 sonrasında uzun yıllar, resmi ve gayri resmi ‘işkence evi’ olarak kullanıldı. Yani, 2006 Koruma İmar Planı yapılıncaya kadar, ki bir ‘Truva Atı’ olduğu söylenmelidir, Atatürk Orman Çiftliği arazisi, birileri tarafından ‘atalarının emaneti’ değil, ‘babalarının çiftliği ‘olarak kullanıldı.

2011 yılında, Orman Genel Müdürlüğü’ne tahsis edilen araziye dozer, kepçe ve kamyonlar girdiğinde, 5 yıldır herşey hazırlanıyordu. Koruma İmar Planı bir ‘icraat projesi’ olarak algılanıyordu; dozerlerin 86 yıllık ormanı asker traşı gibi sıfırlaması zor olmadı. Varolan sedir ağaçarını değersiz göstermek için Sit Alanı Kararı bir gecede değiştirildi. Ama o 86 yıllık ormanın AOÇ’nin ilk dikilen ağaçlarını barındırdığını, dönemin haritasında “Çorak Tepeler” olarak adlandırılan, üzerinde değil ağaç, tek bir bitki örtüsü olmayan +900m rakımlı tepenin Gazi Paşa’nın ısrarlı tutumuyla bir ormana dönüştürüldüğünü ve bunun insan aklının ve düşüncesinin bir nişanesi olduğunu anmak isteyen var mı?: O zaman zaman askeri ve zaman zaman toplu seyir ve keyif  bağlantılı ‘tarassut’ fiili, sırayı, yargı kararlarına karşın fiilen işgal ettiği toprağı dikiz ve kibir abidesi olarak gözleyecek olan binaların yapımına vermişti. AC