YENi BİR FORUM
“1931 mayısındayız. Palatino’dan Forum’un eski taşlarına bakıyorum.
İki bin senelik kaldırım üstünden, kara gömlekli birkaç faşist ve kırmızı Vatikan askeri geçiyor.
Eski zamandan şu kırılmış sütun ve bu al cübbe kalmıştır. Sütun 200 küsur asırlık, cübbenin altındaki delikanlı 1931 yaşındadir ve ölmüş düsturların cesedidir. Yeni zamanın kalbi, kara gömlekli gencin göğsü altında çarpıyor.
Ve biraz ötede, büyük Sezar’ın, kararış ve çökmüş saray kovuklarından bahar kuşlarının sesi geliyor. Bu ses bizi hayat ve hakikate çağırmaktadır.
Roma’nın sayısız ilahlarının yalnız iskeletleri değil, mermer ve tunçları bile çürüdü. Hayat ve zamana karşı koymak, hayat ve zaman tarafından yenilmemek imkânsız olduğu en iyi Palatino’dan görünür.
***
Forum, Kapitol ile Palatino arasındadır. Halkın toplanıp umumi işleri konuştuğu yer burası idi.
Forum’un taşları, birkaç kat toprağın altından çıktı. Şimdi, Roma’da, iyi bir seyir yeridir. Ve Roma hukuku, Roma’nın forum adetleri ve usulleri, hepsi tıpkı onun gibi bir harabe olmaktadır. Kapitol’den gene kaz sesleri geliyor: Uykularına çok bağlı olanlar, yeni insanlığın sert dalgalaır içinde boğulmaya mâhkumdurlar.
***
Arkadan gelen bahçıvan şarkılarını dinleyerek, betonsuz ve bacasız Roma’ya bakıyorum.
Evet, eski Roma’nın kuvveti güzeldi. Onu ben yaptım, ben bozdum. Biz artık yeni Romalıyı seviyoruz. Bu, her tarafta doğuyor. Ve, her yerde, balık kadar denizde, kuş kadar havada, en yabani ormanların içinde en yırtıcı hayvandan daha iyi ve daha kolay yaşıyabilir. O Amerika ile Avrupa arasında, bir geceyarııs, göklerin derinliğinde, tekbaşına, yürür. Eski ilahlardan hiçbiri, onun kadar korkunç değildi. Yeni Romalının yumruğu bir fili bayıltabilir. Cesareti tabiate artık merhamet edecek kadar çetindir.
Zamanımızı niçin beğenmiyoruz? Niçin zamanımızın fikir, sanat ve büyük teknik hareketlerinden şüphe ediyoruz.
Çünkü makine çıktığı gün, san’at ve edibiyat ona bir canavar gibi baktı. Şiirler, şarkılar, roman ve destan, hepsi onda eski güzelliğin, yunan-Roma kültürünün ölümünü görür gibi oldular.
Haklı idiler.
***
Şu Korentiyen sütuna tapınacağım. Hocalarım beni, bu zamanın çocuğunu, içiden, sinir damar ve ruhundan zorlayarak, onn yaratıldığı eski günlere sürmüşler ve zevkimi bu sütunun taşına mıhlamışlardır. Eğer bir Linkoln arabası çizgilerinin daha güzel olduğun söyleseydi, imtihandan dönerdim.
Korentiyen sütun başlığı, o da, bir araba dingili gibi, seri eseridir. Makinesiz adamlar bunu elleri ile birer birer yapmışlardır. Çürümez, yıpranmaz bir maddeden, mermerden yapıldığı için, değişmez bir güzellik kanunu gibi kaldı.
Eğer bu sütun, çürürve yıpranır maddeden yapılsaydı, şimdi şu gördüğüm şekil, kimbilir ne iptidai olacaktı? Üç sene evvel, zevkinizin en yüksek örnek gibi gördüğü bir otomobil şekli şimdi bin sene uzaklaşmış kadar eskidir. Çürür, dökülür ve yıpranır madde, san’at dehasının ancak yaratıcılığına yardım etmektedir. İnsanlar hergün binlerce yeni şekil yaratmaktadırlar.
İlk otomobil mermerden yapılsaydı, ilk otomobilin şimdi müzede gülerek seyrettiğimiz şekli, lâyemut araba güzelliğinin modeli olacaktı.
Yarın evlerimiz kolay çürür, kolay değişir maddeden ve fabrikada yapılacaktır. Mermerden evin nesil nesil bütün çocukları aynı avlunun, aynı havuzun, aynı odanın mahpuslarıdır. Biz esvabımızın düğmesi gibi, her sene, her sıkıldığımız vakit mimarimizin havasını değiştireceğiz.
***
İtalya’da yeni şehir ve yapılar gördüm. Bnlar hiçbir yeni pencere, yeni cephe şekli aramamaktadırlar. Ölü kanunlara ve ölü örneklere esirdirler. Klasik toprak, san’ati kısır bırakıyor.
Yeni san’atın ocağı şimalde yanıyor. Orada klasik müzeye girmiştir. Nasıl ki Roma’da modern, Korso caddesinin vitrinlerindedir.
***
Eğer benim yerimde Sezar olmuş olsaydı, ilk sözü şu 2000 senelik kaldırımın tamir edilmesi olacaktı. Bugün bu bir küfürdür.
***
Her yeni zamanın insanları, dedelerinden daha san’atkar, daha akıllı ve daha zevklidirler. Bu insanlar, herhengi bir hava, maddi manevi hava içinde yaratılmış bir eseri değişmez örnek olmaya cebrolunmamalıdır. Hava kaybolmuştur; taklit yaratıcı değildir.
***
Yeni zaman san’atkarın, resim, musiki, şiir ve mimari adamının ellerini çözdü. Her iklimde, her havada ve her anda serbesttirler. Atina heykeli bizim ve insani; Mısır heykeli başkalarının ve barbar değildir.
Bugünkü san’at, rönesansa karşı bir isyan, insan ruhunun kurtuluş ve uyanış hareketidir.
Makineyi sevmeyen, güzel bulmayan, tayyarede kendi zaferini görmeyen, büyük sür’ate alışmayan insan, bugünkü san’atı anlıyamaz ve nasıl bir medeniyet başlangıcında olduğumuzu bilemez.
***
Bugünkü san’at da, bugünkü cemiyet gibi, herkesin biribirini tamamlaması ile büyük olabilir. Yalnızbaşına lâyemutlar, insanların tekbaşlarına yaşadıkları zamanların gülünç bir masalı olarak kaybolacaklardır.
***
Bifür’ün birtakım fotoğrafları, müze resimlerinden daha manal ve canlıdırlar. Müze, bir mezardır.
Hiçbir icat, ne fotoğraf, ne sinema, hiçbiri san’ata zarar veren bir şey değil, yaratıcılığın yeni aletleridir.
Kolaylaşan sanat, kafanın çalışması artmak ve sanâtkar lüzumsuz zahmetlerden kurtulmak demektir. Ağır taşları omuzunda taşımıyan mimar, şekillerini yaratmak için daha ferah bir kafa, daha geniş ruh bulur.
***
San’at gibi, cemiyet için de hiçbir mukaddes kaide ve kanun olduğunu zannetmiyelim.
Bugün yaşıyan bir insanin ihtiyaçlarini, yüz sene evvel yaşamış olanın daha iyi ölçtüğünü ve daha iyi tedbirler bulduğunu zannetmek gülünçtür.
Hammaddeler gibi, yapılmış maddeler de, ancak yarın için malzeme olabilirler. İşlenmemiş taş ve oyulmuş taş, ikisi de malzeme olarak işimize yarar. Bütün işlenmemiş taşları, oyulmuş taşlara benzetmek için yaşıyamayız.
Her hammadde, yeni bir şekil içindir.
***
Herkes yaşamaktan maksat, ilerlemek olduğunu söyler. Fakat maziden başka türlü bir şey yapılmasına tahammül edemez. Bu ilerlemek, mazi denen bir yuvarlağın içinde dönüp dolaşmak olur.
İsagoci’nin mantık medreresini kapattık: Aristot’un politika medresesini Darülfünunlaştırmıyalım.
***
Yeni Forum, hergün hayat, hergün teneffüs olunan havadır.
Bu hava, hangi kaba hapsolunursa taaffün eder.
Ve insan kafası hangi kalıba kapanırsa, donar ve çürür.”
Falih Rıfkı Atay (1931; 1998) Eski Saat, TC Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara; 533-539.