MİMARA MEKTUP

“YENİ BİR FORUM”, YENİ BİR KUŞAK; YENİ BİR ÇAĞ

1931 YILINDA, YANİ GÜNÜMÜZDEN 83 YIL ÖNCE, bu toprakların yetiştirdiği en zeki ve çalışkan kafalardan biri olan Falih Rıfkı Atay, aşağıdaki satırları gazete dizi yazılarının parçası olarak yazdı. 1931 yılında Fransa’da, Le Corbusier, Andre Lurçat, Rob Mallet Stevens ve arkadaşları, daha doğrusu bu doğrultuda birbirinden yarı haberli bir grup mimar, yeni doğmakta olan mimarlık yaklaşımlarına bir ad verip, ilk işlerden oluşan gezici bir sergi açmışlardı: Maurice Casteels’in derlediği sergi kataloğunun adı “The New Style: Architecture and Decorative Design / A Survey of its First Phase in Europe and America (with an introduction adapted from the French by Maurice Casteels) Charles Scribner’s Sons, NY; BT Batsford Ltd, London. Henüz belirmekte olan yeni mimarlık anlayışının adı ‘modernizm’ bile değildi; ‘yeni’ ya da ‘ilkesel’ (elementer) gibi adlar da takılıyordu bu akıma. Falih Rıfkı, aşağıdaki yazısıyla, aynı yıllarda dünyada olup bitenlerden de, dönen dolaplardan da haberli olduğunu kanıtlıyor:

a. Kapsamlı bir tarih bilinci ve akla güven, geleceği kurmaya güven.

b. Tarihsel olanı, tarihi mirası korumaya karşı uyanıklık, tarihe ilişkin olanın tarihsel oluşu ve günün olanakları içinde yeraldığı bilgisiyle birlikte, taklidin yeni sanatı yaratamayacağı inancı.

c. Moderne ve güne ait olanların değerini tartabilme ölçülülüğü; tarihsel olanla bugüne ait olan arasındaki dengenin korunabileceğine olan aşırı özgüven.

d. Aşırı iradeciliğin foyaları 10 yıl içinde dökülecek olsa bile, insanoğlunun kendi yarattığına, kendi yaratısı ile yeryüzünün ilişkilerine, dolayısıyla, insan aklının sınırlarına güven.

Bu güven ve özgüvenin tümü de bilgiye dayalı; geçmişle ilişkileri kurarken kültürel ve mesleksel, siyasal ve toplumsal, geleceği ve toplumu kurarken, her türlü bilime, bilimlere açık olma yüzyılı: Dünya ile iletişim içinde dünyadan haberdar olurken, kendini ve kendi ülkesini öğrenme ve yaşama, bilgi ile herşeyi ve herşeyi yeniden ve yeniden inşa etme durumu… Falih Rıfkı’yı okurken, yalnızca tarihsel çağrışım yükü canlanmıyor; ama tam da günümüzün girdabında debelenen, her işi almaktan çekinmeyen, mimarlığın ve tasarımın etiğinden habersiz, ‘mesleği’ söyleneni yapmak olarak gören bir kimliğin nasıl tarihler-üstü, kuşaklar-arası, tacirliğin tam ana-damarında varolduğunu kanıtlıyor: “Tüccar, malını satmaktan başka dünyası, başka ilkesi olmayan biridir.” Tacirlerin ‘yapı’larının kalıcı olduğu görülmemiştir.

E şimdi, yakın dönemdeki ecdadının yazdıklarını okuyup anlamamışsın; Osmanlı’nın ve Selçuklu’nun kültür ve sanat ve mimari anlamında yeniden yaratılabileceğini düşünen ama Selçukluyu ve Osmanlıyı bilmeyen, bilse kaçacak olan bir işverene sözünü geçirememişsin;  yapıyı hem tasarlamak ve hem de denetlemekte bir sakınca görmemişsin. Şimdi buraya gelenleri gezdiren rehber ne diyor biliyor musun; “Çok para harcandığı için iyi yapı oluyor galiba ama, keşke buraya yapılmasaydı!” AC

 

YENi BİR FORUM

 

“1931 mayısındayız. Palatino’dan Forum’un eski taşlarına bakıyorum.

İki bin senelik kaldırım üstünden, kara gömlekli birkaç faşist ve kırmızı Vatikan askeri geçiyor.

Eski zamandan şu kırılmış sütun ve bu al cübbe kalmıştır. Sütun 200 küsur asırlık, cübbenin altındaki delikanlı 1931 yaşındadir ve ölmüş düsturların cesedidir. Yeni zamanın kalbi, kara gömlekli gencin göğsü altında çarpıyor.

Ve biraz ötede, büyük Sezar’ın, kararış ve çökmüş saray kovuklarından bahar kuşlarının sesi geliyor. Bu ses bizi hayat ve hakikate çağırmaktadır.

Roma’nın sayısız ilahlarının yalnız iskeletleri değil, mermer ve tunçları bile çürüdü. Hayat ve zamana karşı koymak, hayat ve zaman tarafından yenilmemek imkânsız olduğu en iyi Palatino’dan görünür. 

***

Forum, Kapitol ile Palatino arasındadır. Halkın toplanıp umumi işleri konuştuğu yer burası idi.

Forum’un taşları, birkaç kat toprağın altından çıktı. Şimdi, Roma’da, iyi bir seyir yeridir. Ve Roma hukuku, Roma’nın forum adetleri ve usulleri, hepsi tıpkı onun gibi bir harabe olmaktadır. Kapitol’den gene kaz sesleri geliyor: Uykularına çok bağlı olanlar, yeni insanlığın sert dalgalaır içinde boğulmaya mâhkumdurlar.

 *** 

Arkadan gelen bahçıvan şarkılarını dinleyerek, betonsuz ve bacasız Roma’ya bakıyorum.

Evet, eski Roma’nın kuvveti güzeldi. Onu ben yaptım, ben bozdum. Biz artık yeni Romalıyı seviyoruz. Bu, her tarafta doğuyor. Ve, her yerde, balık kadar denizde, kuş kadar havada, en yabani ormanların içinde en yırtıcı hayvandan daha iyi ve daha kolay yaşıyabilir. O Amerika ile Avrupa arasında, bir geceyarııs, göklerin derinliğinde, tekbaşına, yürür. Eski ilahlardan hiçbiri, onun kadar korkunç değildi. Yeni Romalının yumruğu bir fili bayıltabilir. Cesareti tabiate artık merhamet edecek kadar çetindir.

Zamanımızı niçin beğenmiyoruz? Niçin zamanımızın fikir, sanat ve büyük teknik hareketlerinden şüphe ediyoruz.

Çünkü makine çıktığı gün, san’at ve edibiyat ona bir canavar gibi baktı. Şiirler, şarkılar, roman ve destan, hepsi onda eski güzelliğin, yunan-Roma kültürünün ölümünü görür gibi oldular.

Haklı idiler.

 ***

Şu Korentiyen sütuna tapınacağım. Hocalarım beni, bu zamanın çocuğunu, içiden, sinir damar ve ruhundan zorlayarak, onn yaratıldığı eski günlere sürmüşler ve zevkimi bu sütunun taşına mıhlamışlardır. Eğer bir Linkoln arabası çizgilerinin daha güzel olduğun söyleseydi, imtihandan dönerdim.

Korentiyen sütun başlığı, o da, bir araba dingili gibi, seri eseridir. Makinesiz adamlar bunu elleri ile birer birer yapmışlardır. Çürümez, yıpranmaz bir maddeden, mermerden yapıldığı için, değişmez bir güzellik kanunu gibi kaldı.

Eğer bu sütun, çürürve yıpranır maddeden yapılsaydı, şimdi şu gördüğüm şekil, kimbilir ne iptidai olacaktı? Üç sene evvel, zevkinizin en yüksek örnek gibi gördüğü bir otomobil şekli şimdi bin sene uzaklaşmış kadar eskidir. Çürür, dökülür ve yıpranır madde, san’at dehasının ancak yaratıcılığına yardım etmektedir. İnsanlar hergün binlerce yeni şekil yaratmaktadırlar.

İlk otomobil mermerden yapılsaydı, ilk otomobilin şimdi müzede gülerek seyrettiğimiz şekli, lâyemut araba güzelliğinin modeli olacaktı. 

Yarın evlerimiz kolay çürür, kolay değişir maddeden ve fabrikada yapılacaktır. Mermerden evin nesil nesil bütün çocukları aynı avlunun, aynı havuzun, aynı odanın mahpuslarıdır. Biz esvabımızın düğmesi gibi, her sene, her sıkıldığımız vakit mimarimizin havasını değiştireceğiz.  


***

İtalya’da yeni şehir ve yapılar gördüm. Bnlar hiçbir yeni pencere, yeni cephe şekli aramamaktadırlar. Ölü kanunlara ve ölü örneklere esirdirler. Klasik toprak, san’ati kısır bırakıyor.

Yeni san’atın ocağı şimalde yanıyor. Orada klasik müzeye girmiştir. Nasıl ki Roma’da modern, Korso caddesinin vitrinlerindedir. 

 *** 

Eğer benim yerimde Sezar olmuş olsaydı, ilk sözü şu 2000 senelik kaldırımın tamir edilmesi olacaktı. Bugün bu bir küfürdür.


***

Her yeni zamanın insanları, dedelerinden daha san’atkar, daha akıllı ve daha zevklidirler. Bu insanlar, herhengi bir hava, maddi manevi hava içinde yaratılmış bir eseri değişmez örnek olmaya cebrolunmamalıdır. Hava kaybolmuştur; taklit yaratıcı değildir.


***


Yeni zaman san’atkarın, resim, musiki, şiir ve mimari adamının ellerini çözdü. Her iklimde, her havada ve her anda serbesttirler. Atina heykeli bizim ve insani; Mısır heykeli başkalarının ve barbar değildir.

Bugünkü san’at, rönesansa karşı bir isyan, insan ruhunun kurtuluş ve uyanış hareketidir.

Makineyi sevmeyen, güzel bulmayan, tayyarede kendi zaferini görmeyen, büyük sür’ate alışmayan insan, bugünkü san’atı anlıyamaz ve nasıl bir medeniyet başlangıcında olduğumuzu bilemez.


***

Bugünkü san’at da, bugünkü cemiyet gibi, herkesin biribirini tamamlaması ile büyük olabilir. Yalnızbaşına lâyemutlar, insanların tekbaşlarına yaşadıkları zamanların gülünç bir masalı olarak kaybolacaklardır.

***

Bifür’ün birtakım fotoğrafları, müze resimlerinden daha manal ve canlıdırlar. Müze, bir mezardır.

Hiçbir icat, ne fotoğraf, ne sinema, hiçbiri san’ata zarar veren bir şey değil, yaratıcılığın yeni aletleridir.

Kolaylaşan sanat, kafanın çalışması artmak ve sanâtkar lüzumsuz zahmetlerden kurtulmak demektir. Ağır taşları omuzunda taşımıyan mimar, şekillerini yaratmak için daha ferah bir kafa, daha geniş ruh bulur.


***

San’at gibi, cemiyet için de hiçbir mukaddes kaide ve kanun olduğunu zannetmiyelim.

Bugün yaşıyan bir insanin ihtiyaçlarini, yüz sene evvel yaşamış olanın daha iyi ölçtüğünü ve daha iyi tedbirler bulduğunu zannetmek gülünçtür.

Hammaddeler gibi, yapılmış maddeler de, ancak yarın için malzeme olabilirler. İşlenmemiş taş ve oyulmuş taş, ikisi de malzeme olarak işimize yarar. Bütün işlenmemiş taşları, oyulmuş taşlara benzetmek için yaşıyamayız. 

Her hammadde, yeni bir şekil içindir.


***

Herkes yaşamaktan maksat, ilerlemek olduğunu söyler. Fakat maziden başka türlü bir şey yapılmasına tahammül edemez. Bu ilerlemek, mazi denen bir yuvarlağın içinde dönüp dolaşmak olur.

İsagoci’nin mantık medreresini kapattık: Aristot’un politika medresesini Darülfünunlaştırmıyalım.


***

 Yeni Forum, hergün hayat, hergün teneffüs olunan havadır.

Bu hava, hangi kaba hapsolunursa taaffün eder.

Ve insan kafası hangi kalıba kapanırsa, donar ve çürür.”

 

Falih Rıfkı Atay (1931; 1998) Eski Saat, TC Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara; 533-539.