ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ, 1925 yılında kurulduğunda, büyük bir bozkırın ortasında, en önemli yükselti tepelerinden oluşan 900m rakımlı “Çorak Tepeler” civarını merkez tutması, çok doğal ve akılcı bir sonuçtu. İki açıdan: Birincisi, tepeden dört bir yöne bakıldığında, mülk edinilen geniş alanın denetim ve merkezlik potansiyeli bu noktada vardı. İkincisi, erişim açısından düşünüldüğünde Çorak Tepeler’in sunduğu merkeziyet önemliydi: Öyle ki, hemen yakın erişim uzaklığında, kurutulması amaçlanan bir bataklık alan ve ona kaynaklık eden, dolayısıyla regüle edilmesi düşünülen Çubuk Çayı bulunmaktaydı. Ayrıca bu nokta, demiryolu güzergahının sunduğu kolay ulaşım ile başkent Ankara’ya bağlanabiliyordu; dolayısıyla hemen 1926 yılında Ahmed Burhaneddin Tamcı’nın projesi özel olarak gerçekleştirilerek Gazi Çiftliği İstasyonu açıldı ve dönemin zor koşullarında, halkın bölgeye kolay ulaşımı sağlanarak başlangıcından itibaren Gazi Çiftliği kamuya açık bir mekan olarak oluşturulmuş oldu. Öte yandan demiryolunun sunduğu olanaklar, Gazi Çiftliğinin yapılaşması ve işçinin çalışma-yaşama mekanları arasındaki gidiş-gelişin düzenlenmesi, kurulacak zirai ve sınai işletmelerdeki üretime hammadde taşınması ve bitmiş ürünün pazarlanması, açılarından da önemli yer seçimi kararının altını çiziyordu. Topoğrafya ve yakınlıklar yoluyla Gazi Çiftliği’nin ‘yer’le kurduğu bu stratejik ilişkilerin altını döne döne tekrar tekrar çizmek gerekir.
YER SEÇİMİNİN bu uygunluğu, kısa sürede kendisini gösterdi. Ovada kış aylarında taşıp şehir içinden başlayarak bataklığa yol açan Çubuk Çayı, denetim altına alındı; Marmara ve Karadeniz havuzları regülatör olarak kullanıldı, fazla suyu rezervar olarak depoladılar; yazın su kısıtlılığında sulamada kullanıldılar. Gazi Tren İstasyonu yakınındaki pompa istasyonu bu görevi gördü. Bu düzenin kurulması 1929 yılını bulacaktı; ama toprak hızla karşılığını vermeye başlamıştı bile, aşağıdaki yapıların çoğu da 1925-1926 aralığında inşa edilmişti: Kadastral izlere göre bölünen arazide, Sınırlı bir Hayvanat Bahçesi, küçük, tek ve iki katlı Konutlar, Kuleli Köşk, Yönetim Binası, Müdür ve Memur Lojmanları, Çamaşırhane ve Ütühane, Makinist Konutları, Ziraat Alet ve Makineleri Hangarı, Tamir Atölyesi, Samanlıklar, yüz ineklik Ahır, üç sürülük üç Ağıl (bir tanesi Sığırcık’ta), Süthane, Tohum Ambarı, Elektrik, Su ve Santrifüj Tulumba Tesisleri, bir tonluk Marmara Su Deposu, Fidanlık Binası ve Etimesgut Şube Binası (Etimesgut Gazi Köşkü, yü dü Av Köşkü) Sebze ve Meyve bahçeleri kuruldu. Merkez ekseninde bir Kuleli Köşk, ayrıca bugün ayakta duran Müdüriyet oluşturuldu. Bira Fabrikası’nın ilk bölümünün inşasından sonra Müdüriyet oraya taşınacak, uzun süre Çiftlik oradan yönetilecek; sonrasında, bugün de kullanılmakta olan nihai binasına taşınacaktı. 1927 yılında Türkiye’ye davet edilen Ernst Arnold Egli’den istenen, o zamana kadar ana stratejik kararları verilmiş; düzenli işleyen bir Gazi Çiftliği yerleşimine, mimari bir kimlik kazandırma girişimi olmalıdır. Egli ile ilgili serüveni ve Egli yapılarını aşağıda okuyacaksınız. AC.
ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ’NDE ERNST EGLİ’NİN İZLERİ:
PLANLAMA, BİRA FABRİKASI, KONUTLAR VE ‘GELENEKSEL’ BİR HAMAM
LEYLA ALPAGUT
“Yaşamak ve ölümün didişmesi, güneş ve gölge, şakuli ve ufki tezatlar toplanarak büyük bir hat üzerine, ta uzaklardan görünebilecek bir şekilde konması, sanat noktasında çiftlik için esas bir gaye olarak kabul ve tatbik edilmelidir.”
Ernst Arnold Egli, 1934
ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ, KURULDUĞU YERİN seçiminden tarım, endüstri, üretim ve eğlence kurgusuna kadar bütün ayrıntıları ile “modernite projesi”nin kapsamını ve niteliğini küçük ölçekte tanımlayan, tasarlayan ve gerçekleştiren bir yerleşkedir. Ulusal kalkınmadaki başarıyı köylünün eğitimi ve tarımın iyileştirilmesi önceliğinde arayan anlayışın sonuçlarının sınanacağı bu çiftlik, geleceğin modern yurttaşını, Atatürk’ün “Türk öğün, çalış, güven” vecizesi uyarınca yönlendirmeyi amaçlayan bir deneme ortamı yaratır. Tarımla kalkınmaya öncelik veren ve köylere kadar yayılan bu programın örnek kompleksi olarak Atatürk Orman Çiftliği’nde gerçekleşen pratik, Ankara’nın kurak bozkırında bir vaha, eğlence ve dinlence ortamı da oluşturur.
Modernite projesinin bir modeli olarak Atatürk Orman Çiftliği, yapılı çevresinin yanında kullanıcılarına ilişkin sosyolo-jik, ekonomik ve kültürel bağlamları içeren çok katmanlı bilgiler sunmasına karşın yeterince araştırılmamıştır. Mevcut çalışmalar, Atatürk Orman Çiftliği’nin daha çok tarihsel, tarımsal ve iktisadi yönlerini ele almakta, yapılı çevresi ile ilgili olarak ayrıntılı bir çalışma bulunmamaktadır.
Çalışmada, Egli’nin 1934 tarihli Çiftlik Planı ve Raporu ile 1936 yılında Jansen ile birlikte yaptığı Bira Fabrikası Kompleksi’ne ve çevresine odaklanan planlama ve bu plan içinde yer alan Egli yapılarının özgün yazılı ve görsel belgeler ışığında tanıtılması ve değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Egli’nin tasarımı olan bu yapılar, Bira Fabrikası, Memur ve İşçi Konutları, Hamam, Lokanta ve Ülkü Evi’dir. Bu yapıların, bulunduğu yerleşkenin bileşenleri olarak işlevleri ve kullanım değerleri, yapıların dönemleri ile kurdukları ilişki/ilişkisizlik, yapım teknikleri ve nitelikleri, Erken Cumhuriyet Dönemi’nin çok katmanlı/karmaşık kimliği içindeki konumları, bu makalenin ana tartışmasıdır.
MODERN BİR YERLEŞKE ve ERNST EGLİ’NİN KATKILARI
Türkiye Cumhuriyeti kalkınma modelinin ana fikrini sergileyen Atatürk Orman Çiftliği, örnek bir devlet girişimi olarak, 5 Mayıs 1925 tarihinde “Gazi Orman Çiftliği” adı ile kurulur. Bu amaca uygun olarak belirlenen ilk arazi, Ankara İstasyonu’ndan başlayarak Çimento Fabrikası’na kadar batısına doğru 8 km uzanmaktadır. Günümüzde 33.354 dönümlük büyük bir alana sahip olan Atatürk Orman Çiftliği, kuzey-güney ve doğu-batı doğrultusunda genişleyen/gelişen bir yerleşke olarak tasarlanmıştır. Yerleşkenin ana omurgasını, Gazi Tren İstasyonu’nun (1928) kesintiye uğrattığı kuzey-güney ekseninde gelişen planlama oluşturur.Yapılar, giderek yükselen bu eksenin iki yanında konumlanırlar.
Yerleşkenin, başlangıçta, belirli bir planlama olmaksızın ardarda sıralanan, genellikle tek katlı binalardan oluştuğu, 1930’lu yıllardan itibaren birbirini kesen düzenli sokaklar üzerindeki yapılar ile geliştiği, daha sonraki on yıllar içinde, yerleşim planında önemli değişiklikler yapılmadan, yeni yapıların eklenmesi ile büyüdüğü izlenmektedir. Ana yapıların Çiftliğin kuruluşundan itibaren İstasyonun güney bölümüne yerleştirilmesi bu bölgenin merkez kimliği kazanmasını sağlamış, sonraki uygulamalarda mevcut yapılaşmanın sunduğu olanaklarla bu bölge gelişmiş ve merkez olma özelliğini sürdürmüştür.
Atatürk Orman Çiftliği’nin, çağdaş görünüm kazanması amacı ile planlı bir gelişme göstermesine yönelik çalışmalar 1930’lu yıllarda başlamıştır. Bu dönem, Ankara’nın mimarlık ortamında Almanca konuşulan ülkelerden gelen mimarların katkıları ile modern mimarlık üslup arayışlarının etkili olduğu, modernite projesinin hız kazandığı 1927-1940 sürecine rastlamaktadır. Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü ile Cumhurbaşkanlığı arasında yapılan yazışmalardan, 1930’lu yıllardaki ilk planlamada, yeni binaların konumlarının belirlenmesinde ve projelerinin hazırlanmasında Egli’nin oldukça etkili olduğu anlaşılmaktadır.
Öte yandan, Cumhurbaşkanlığı Köşkü Atatürk Arşivi’nde bulunan Alman kent plancısı Herman Jansen’in Bira Fabrikası çevresinin düzenlemesi konusundaki ‘teklif’ini içeren 24.8.1936 tarihli belge, Bira Fabrikası ve konutların bulunduğu geniş alanın planlanmasını Jansen’in yaptığını, Jansen ile birlikte çalışan ve bundan sonraki planlama ve inşa etkinliklerini büyük ölçüde üstlenen Egli’nin, bu planlamayı bazı değişikliklerle uyguladığını, bu plan içindeki başlıca yapıların da Egli’ye ait olduğunu göstermektedir.
Atatürk’e yakın bir mimar olarak özellikle başkent Ankara’nın yapılaşmasında etkin rolü olan Egli’nin, dönemin bu önemli projesinde de söz sahibi olması şaşırtıcı değildir. Egli’nin Çiftlik’teki ilk tasarımı, Türkiye’ye gelişinden kısa bir süre sonra, 1928 yılında tamamladığı Marmara Köşkü’dür. Ardından, 1934 yılında Çiftlik planını hazırlayarak Cumhurbaşkanlığı’na sunar. 1936’da Jansen ile birlikte yaptığı planlama çalışması ve 1936-37 yılları arasında hazırladığı Bira Fabrikası, Hamam ve Konutlar, Milli Eğitim Bakanlığı ve Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki görevlerinden ayrıldığı 1936 yılı ve hemen sonrasına rastlamaktadır. Ancak, Çiftlik Müdürü ile Cumhurbaşkanlığı arasındaki yazışmalardan, bu binaların yapıldığı 1937 yılında Egli’nin hala İstanbul’da olduğu, Ankara’ya zaman zaman gelerek işleri kontrol ettiği ve bu çalışmaları, Ankara’daki yokluğunda Mimar Bedri’nin takip ettiği yürüttüğü anlaşılmaktadır.
Ernst Egli’nin “Gazi Çiftliği Tadilat Eskizi” (1934)
Ernst Egli’nin Atatürk Orman Çiftliği’ndeki uygulamaları, Çiftlik yerleşkesinin 1930’lu yılların başlarına kadar süren ilk dönemini kapatarak planlı ve düzenli bir gelişme gösterdiği ve yapılı çevresinin zenginleşmesini sağladığı ve özgün hali ile günümüze kadar ulaşan ikinci dönemini başlatır. Günümüzde Cumhurbaşkanlığı Atatürk Arşivi’nde bulunan “Riyaseticumhur Katibi Umumisi ve Kalemi Mahsus Müdürü Hasan Rıza Beyefendi”ye yazdığı 19/09/1934 tarihli raporu ve ekinde sunulan çizimi, Çiftliği kamusal ve endüstriyel alan olarak çağdaş bir görünüme kavuşturmayı vadeden önemli bir belgedir.
Egli kent plancısı kimliği ile, kent merkezi dışında kurulmuş ve dağınık biçimde gelişmiş bu numune çiftliğe “şekil vermek” isteğini, Atatürk için çalışmaktan duyacağı onuru etkili bir biçimde dile getirmiştir. Egli’nin Erken Cumhuriyet Dönemi’nin diğer kamusal alan düzenlemeleri ile örtüşen tasarım anlayışı aynı zamanda yabancı bir mimarın, Devletin ve Anadolu insanının bu çorak toprağa egemen olma içeriği taşıyan niyetine ortak oluşunu göstermesi bakımından ilginçtir.
Çiftlik, kurulduğu 1925 yılından 1930’ların başına kadar belirli bir planlama doğrultusunda tasarlanıp gelişmemiştir. Egli’nin raporu, Çiftliğin bu varolan görünümüne ilişkin doğal karşılanabilecek kimi olumsuzlukların belirlenmesi ile başlar. Düzensiz biçimde sık dikilmiş ağaçlar, özellikle yaz aylarında binaları ve yolları kapatmakta, uzaktan bakıldığında binaların sadece kiremitleri görülebilmektedir. Bu düzensizliği, başlangıç için doğal karşılayan Egli bu duruma son vermenin ve Çiftliği “park” haline getirmenin gerekliliğini vurgulamakta ve bu doğayla uyumlu mekanı oluşturmak için, giriş ve çıkış kapıları, kamalar, teraslar, düzenli havuzlar yapılmasını önermektedir. Egli, dönemin kent planlaması ve mimarlık uygulamalarının akılcı ve işlevsel çözümlerinde olduğu gibi farklı işlevlerin gruplandırılarak geometrik bir kurgu içine yerleştirildiği, kanalların, havuzların ve terasların bu kurguyu tamamladığı çağdaş bir yerleşke tasarlamıştır.
Egli, Çiftliğin park düzeni içimde şekillenmesi için bir “mihver sistemi” önermektedir. Buna göre bir eksen belirlenmeli, bu eksen başlangıcından itibaren kademeler halinde yükselmelidir.
“Tabiata yakın ve insan çalışkanlığı ile bir parkın vücuda getirilebilmesi için mihver sistemi ile başlamak en muvafıktır. Mihver, çiftliğin bütün kuruluşunun aslını teşkil etmelidir. Ancak istenilen bu mihver kararlaştırıldıktan sonra bu mihver üzerinde bir nokta tespit ederek diğer noktasına gelmeli. Mihverin başlangıç, kademe kademe yükseliş, nihayeti ve devamı olmalıdır.”
Çiftlikte, planlamanın “bel kemiği”ni oluşturması gereken böyle bir eksenin varolduğunu, planlama çalışmalarına bu eksenden başlamanın gerekliliğini belirtmektedir. Egli, raporun ekinde sunduğu 20.09.1934 tarihli “Gazi Çiftliği Tadilat Eskizi” adlı 1/5000 ölçekli çizimde, kuzey-güney doğrultusundaki bu eksenin başlangıcını ve bitişini A ve B noktası olarak belirlemiştir. Ekseni belirleyen cadde, kuzeydeki şehit mezarlığı olarak işaretlenmiş bölümden başlayarak, ziraat ve sanayi için ayrılmış bölümü eğimsiz olarak katetmekte, Gazi Tren İstasyonu ile kesintiye uğramaktadır. Eksen, tren istasyonundan sonra kademeler halinde güneye doğru yükselmekte ve B noktasında en yüksek seviyesine ulaşmaktadır. Bu bölümde fabrika, barınma, eğitim, dinlenme ve eğlenme mekanları, işlevlerine uygun olarak geometrik bir düzen içinde eksenin iki yanına yerleştirilmiş, birbirini kesen düzenli yollar geometrik kurguyu daha da belirginleştirmiştir.
Egli raporda “Mihverin Yükselişi” başlığı altında, Çiftliği boydan boya kateden eksen ve bunun çevresindeki düzenlemeyi anlatmaktadır. A-C olarak adlandırılan eksenin başlangıcından tren yoluna kadar olan bölümü “ahenkle devam eden muntazam bir cadde” olarak tanımlamıştır. Bu caddenin iki yanına kavak türünde ağaçlar ya da sütun, aslan heykelleri gibi ögeler yerleştirilmesini önermektedir. Bunlar caddeye gölge oluşturacaklardır. C noktasından istasyonun hemen diğer tarafındaki D noktası arasına kadar ise, istasyonun üzerinden geçecek şekilde geniş dairesel bir köprü düşünmüştür. Bu köprünün ferah bir etki yaratmasını ve aynı zamanda zarif olmasını önemsemektedir.
Bundan sonraki D-E arası ise parka giriş kapısı niteliğinde yüksek demir dövme dikmeler ve heykeller ile süslenmiş anıtsal bir kapı yapılmasını önermektedir. Bu kapıdan ağaçlar ve çiçekler ile kuşatılmış E-F arası olarak belirlenmiş bölüme geçilmektedir. Buraya heykeller ile süslenmiş bir havuz yapılacaktır. F noktası ile en yüksek bölümü belirleyen B noktası arası teraslar halinde giderek yükselir çevresine hakim bir konuma gelir. Eksenin görünümünü daha da etkili hale getirmek için iki yanına dikili taşların veya bayrak direklerinin konulmasını önerir. En yüksek noktaya ise 12 sütunun üzerinde yükselen bir anıt yerleştirilmelidir. Bu anıt, insanların doğaya karşı “galebe”sini temsil edecek ve “yüksek insanlık vazifesinin ve idealinin” ifadesi olacaktır.
Egli, doğu batı doğrultusunda istasyona paralel uzanan 1A-1B arasını parka yakın olduğu için sınırlara ayırmadığını belirtmiş, burada varolan binaları, yeni yapılacak işlere uygun bir anlayışla korumak istemiştir. Varolan binaları, gereğinden fazla olmamak koşulu ile, ağaçlar ya da pergolalar ile birbirinden ayırmayı düşünmüştür. Egli’nin numara ve harflerle adlandırdığı bu bölümdeki yapılar şöyle sıralanmaktadır:
“1A. İdare, Mektep; 1B. Halk Bahçesi, Lokanta, Otel; 2A. Memurin Evleri; 2B. Birahane, Küçük Sanayi Mıntıkası; 3A. Nebatat Bahçesi; 3B. Halk Bahçesi, arkasında Hayvanat Bahçesi; 4A. Yüzmek, Mahalli Spor, vs.; 4B. Marmara Kısmı; 4C. Yeni tesis edilecek bir kısım; 5. Gezinti Yolları, ağaçlık; 6A.-6B. Ziraat ve Sanayi; 7. Bu mahal, büyüklerin ve kahraman şehitlerin Ebedi Şeref Yatağı olarak düşünülmüştür.”
Egli, Çiftlikteki işlevlerin dağılımını ve yapıların yerlerini bu şekilde belirledikten sonra “Ağaçlıklar Bölümü” başlığı altında, tasarımının geometrik kurgusunu belirginleştirecek şekilde belirli alanları ve yolları sınırlayıcı ve gölge sağlayıcı öge olarak kullandığı ağaçların düzenlenmesi konusundaki ölçütleri verir:
“Ağaçlardan muntazam bir şekilde büyük hatlar yapılmalıdır. Bir taraftan bakınca diğer tarafın hatları geniş, temiz ve muntazam olup her iki tarafı ağaçtan bir duvar hissini vermelidir. Bu muntazam hatlar yapılmadıkça ağaçlar park tesirinden ziyade fidanlık tesirini verir. Eskizde ağaçların sıralanması umumi vaziyete göre düşünülmüş ve öylece gösterilmiştir. Ormanda gölgeli dinlenme yerleri, gezinti yolları vs. düşünülüp ayrılmalıdır… Yerinde dikilecek bir ağaç, bir abide, bir heykel kadar göze hoş tesir edebilir.”
Eksenin başlangıç noktası olan ve A ile belirtilen bölüme sembolik anlamlar yüklenmiş, bu bölüm şehitlik olarak düzenlenmiştir. Yaşam-ölüm, güneş-gölge gibi doğadaki kimi karşıtlıkları kullanarak yaptığı bu planlama sayesinde uzaktan algılanabilecek düzenli ve estetik, bu yönü ile de Çiftliğe yakışır bir görünüm elde edilmiş olacaktır.
Egli raporunu Atatürk’e saygı ifadeleri ile birlikte, şöyle sonlandırmaktadır:
“Saygıdeğer Efendim, bu eskizimi bir fikir eseri olarak kabul buyurunuz. Bu yüksek teşebbüsünüzü hakikate erdirmek herhalde bir zafer, bir kahramanlık abidesi olarak kalacaktır. Orman Çiftliği zaten böyle bir ebedi zafer abidesidir. Yüksek gayenin hakikate varması için bütün sanat kabiliyetimle ve daima emrinize amade olduğumu bildirir ve derin saygılarımı sunarım, Efendim.”
Egli’nin bu planı ve düşünceleri genel hatları ile bundan sonraki planlamalarda belirleyici ve yönlendirici olmuş, yapı-la-rın yerleşke içindeki işlevlerine uygun dağılımları ve konumları 1936 yılında yapılan kapsamlı planlamalardaki genel kurgunun alt yapısını oluşturmuştur. Anıtlar, düzenli yollar, anıtsal giriş kapısı gibi ögeleri ile Egli Türk kültürü ve tarihi ile bağ kuran törensel bir etki de yaratmaya çalışmış ancak önerdiği anıtsal ögelerin hiçbiri uygulanmamış, genel kurgu ve işlevlerin dağılımında belirleyici bir plan olmuştur.Tamamı uygulanamasa da bu tasarım, Atatürk Orman Çiftliği’ni, modernite projesinin küçük bir kentsel modeli olarak düşünmeyi daha da kaçınılmaz hale getirir.
Jansen’in “Orman Çiftliği” Planı (1936) ve Jansen-Egli İşbirliği
Çiftliğin bundan sonraki yapılaşma öyküsü özellikle Bira Fabrikası, konutlar ve yönetim birimlerinin olduğu kesimde odaklanıyor. Yeni bir Bira Fabrikası yapılma kararı, çevresinin bütüncül bir yaklaşımla planlanması etkinliğine dönüşmüş, bunun için Ankara’nın planlanmasında olduğu gibi, Alman kent plancısı Hermann Jansen görevlendirilmiştir. Egli’nin planında Çiftliğin merkezi olarak belirlenen Gazi Tren İstasyonu’nun güneyinde D-B arasında kalan bölüm, Egli’nin raporundan iki yıl sonra ayrıntılı bir planlama konusu olmuş, Jansen, yönetim birimleri, Bira Fabrikası, memur ve işçi konutlarının çevresini bütüncül bir anlayışla planla.
Jansen’in bu planı, fabrikanın güneyindeki geniş alanı, lokanta, otel, teraslı büyük bir bahçe, tenis kortları ve lunaparktan oluşan eğlenme ve dinlenme merkezi olarak biçimlendirmektedir. Eksenin güneyinde kalan hamam ve konutların, mevcut yapılarla birlikte yerleri belirlenmiş ancak bira fabrikasının çevresinde olduğu gibi ayrıntılı bir planlama yapılmamıştır. Bu planların hazırlandığı 1936 yılının ve Ağustos ve Eylül aylarından hemen iki ay sonra Egli, Jansen planı üzerinde sadece konutların yerlerinde ve sayılarında değişiklik yaptığı anlaşılan iki plan hazırlamıştır. Jansen planında bu konutlar için, demiryoluna paralel yolu hemen kenarında ya da daha üst sırada olası konumlar belirlendiği, ancak Egli’nin çizimi ile yerlerinin kesinleştiği, yapıların günümüzdeki konumlarından da anlaşılmaktadır. Bu kapsamlı Jansen planı ve Jansen-Egli işbirliğinden sonra, yerleşkenin başlıca yapıları olan Bira Fabrikası, konutlar, hamam ve lokantanın projeleri, 1937 yılı içinde hızla hazırlanmış ve uygulanmıştır.
Çiftliğin günümüzdeki bozulmalara karşın okunabilen özgün hali bu planın sonucunda doğmuştur. Jansen, öncelikle, bira fabrikasının çevresinin yaya ve taşıt trafiğine uygun şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğini belirterek, otomobil trafiğini ana caddenin doğusundaki paralel yola almıştır. Bu yol kuzeyindeki bir kavis ile ana caddeye bağlanır. Bu yolun istasyona ve bira fabrikasına yakın bir bölümü otopark olarak düzenlenmelidir. Ziyaretçiler, otomobillerini burada bırakıp yürüyerek dinlenme ve eğlenme mekanlarına ulaşacaklardır. Jansen, kuzey- güney doğrultusundaki ana eksen dışında, Bira Fabrikası memur ve işçi konutlarının bulunduğu alanın ortasından geçen, iki yanında konutların sıralandığı doğu-batı eksenini belirler. Bu eksen doğu ucundaki ilkokul ile batısındaki “Yeni Hafta sonu Oteli”nin ana kapısı ile sonlanmaktadır. Çiftlik Müdürüne yönelik 10 Eylül 1936 tarihli yazıda, konutların tamamlanması ile birlikte Çiftliğin muntazam ve şirin bir köy manzarasına sahip olacağı belirtilmektedir. Bu düzenleme için gerekli, ağaçlarla sınırlanmış yolların ve bahçelerin bir iki sene gibi kısa bir süre içinde yapılabileceği de vaat edilmektedir..
Bira Fabrikası’nın güneyinde, daha önce mevcut olan bira bahçesi ve pergola olduğu gibi bırakılmış, yeni yapılacak lokanta, pergolanın güneyine alınmıştır. Caddeye paralel uzanan, otel yapısının önündeki büyük alan, güneye doğru teraslar halinde yükselen bir gül bahçesi ile sonlanmaktadır. Daha alt seviyede kalan bu geniş alan kışın paten yapmak için uygun olacaktır. Lokanta bahçesinin batısına ise tenis kortları yerleştirilmiştir. Varolan Bira Parkı’nın batısında bitişik olarak bir bira çadırı ve lunapark bulunmaktadır.
Jansen son olarak, özellikle “iskan” sorununu çözmeye çalıştığı anlaşılan genel bir planlamadan sözetmektedir. Çiftlik’te giderek artan çalışanlarının ve ailelerinin barınması konusunun çözümü için, Bira Fabrikası’nın batısına ve doğusuna çok sayıda konut yerleştirmiştir. Jansen’in tasarladığı planın Egli’nin 1934 tarihli planı ile bazı ortak özellikler taşıdığı da gözden kaçmamaktadır:
“Orman Çiftliği’nin umumi planı, iskan sahalarını ve park yerlerini birbiriyle ahenktar bir şekle sokmaya çalışmalı ve arazinin siluetine bilhassa dikkat edilmelidir. Bundan dolayı, İstasyonun yakınındaki mevcut park ve bahçelerde mahdut bir iskan sahası derpiş edilmiştir. İleride lazım olacak diğer iskan sahaları Atatürk Köşkü’nün cenubi şarkisine konulmuştur. Bundan maada Bira Fabrikasının garbında , demiryolu boyunca bir iskan shası derpiş edilmiştir. İstasyondan başlayan büyük yeşil mihverin son noktası açık hava tiyatrosudur ki müzik ve tiyatro ve hatta açık hava sineması olarak kullanılabilir. Bundan gayri olarak ehemmiyet, muhtelif yüksek yaylaları, park tesisatı ve ormanlık ile süslemeğe hasredilmiştir”.
Jansen’in sözettiği konutların tümü uygulanmamış, Egli’nin planında kesinleşen konutlar yapılmıştır.
Jansen’in tiyatro ve açık hava sineması önerisi, tıpkı Egli’ni aynı yer için düşündüğü anıt ile diğer heykel, anıtsal giriş ve köprü önerileri gibi uygulanmamıştır. Eksenin bitişini işaret eden bu bölüm, Çiftliğin kuruluşundan başlayarak, vurgulu bir kamusal alan olarak düzenlenmeye çalışıldığı izlenmektedir. Egli’nin planlamasında, ülkenin tarihine gönderme yapan sembolik ögelere yer vererek, etkili bir anıtsallık da yaratmaya çalıştığı, Jansen’in ise bu tür bir yaklaşımdan çok işleve yöneldiği, ancak meydan ve toplanma alanları oluşturabilecek düzenlemelere yer verdiği görülmektedir. Jansen, fabrika ile birlikte hemen çözülmek zorunda kalınan memur ve işçi konutlarını çevresindeki düzenleme ile ele alırken Bira Fabrikası Hamamı’ndan hiç sözetmemiş, ancak onu plana işlemiştir.
Egli’nin, Jansen’in bu planı doğrultusunda hazırladığı “Orman Çiftliği Vaziyet Planı”nda birçoğu kendi tasarımı olan, Bira Fabrikası, fabrika ve Çiftlik çalışanlarının kullanımı için Hamam, Memur ve İşçi Konutları, Postane, İlkokul ve Lokanta, Yönetim binası, tamir atölyesi bu çizimlerde tanımlanmış, ağaçların ve diğer bitkilerin sınırlandırdığı, birbiri ile kesişen düzenli yollar, park ve bahçe düzenlemeleri ayrıntılı olarak işlenmiştir. Planlamadan önce varolan yapılar açık renk ile, Egli’nin tasarımı olan yapılar ise koyu renk ile gösterilmiştir. Ekseni belirleyen caddenin batısında sırası ile Bira Fabrikası, lokanta ve bahçesi fabrikanın batısında lunapark bulunmaktadır. Caddenin hemen doğusunda ağaçların ve diğer bitkilerin belirlediği düzenli sınırlarla birbirinden ayrılmış alanlarda, Çiftlik ürünlerinin satışının yapıldığı iki bloktan oluşan iki katlı dükkanlar ile fidanlık, trafo, demir atölyesi vb. varolan yapılar, caddeye paralel uzanan sokak ile bunlardan ayrılan Bira Fabrikası Hamamı, Konutları ile İlkokul, yönetim binası lokanta ve günümüzde lokal olarak kullanılan 1920’li yıllara ait bir yapı yer alır.
Yönetim birimlerine yakın bu geniş alan, Fabrika, Memur ve İşçi Konutları, Hamam gibi üretim ve barınma gereksinimlerini karşılayan bu alanın Bira Fabrikası’na özgü bir kompleks anlayışı ile ele alındığı, Avrupa örneklerindeki ya da Jansen’in Ankara planında da yerini belirlediği amele mahallesinde olduğu gibi, endüstri alanı ve işçi mahallesi kurgusunun küçük ölçekte bir uygulaması olduğu, ancak bir yandan da Çiftliğin kuruluşundaki yapılaşma ve kullanım niyetine uygun olarak Ankaralılar’ın kullanımına açık diğer mekanlarla bir arada düşünüldüğü görülmektedir.
ATATÜRK ORMAN ÇİFTLİĞİ’NDE ERNST EGLİ YAPILARI
Bira Fabrikası
Yerleşkedeki merkezi konumu, çalışanlara sunduğu barınma mekanları, demiryoluna ve yönetim birimlerine yakınlığı ve ölçeği ile Çiftliği dönüştüren/değiştiren ana yapılarından birisidir. İstanbul’daki mevcut Bira üretiminin tümüyle sonlandırılarak Çiftlik’te büyük bir fabrika kurulması kararı beraberinde, yukarıda da değinildiği gibi konuyu, işin içine kent plancısı Jansen’i de katan, kendi ölçeğinde bir imar programına dönüştürmüştür.
Atatürk Orman Çiftliği’nde Egli’nin tasarımı olan Bira Fabrikası’ndan önce Türkiye’de 1928’den itibaren bira üreten tek şirket İstanbul’daki “Bomonti-Nektar Müteahhit Fabrikaları Anonim Şirketi”dir. Cumhuriyet’in ilanından önce çok fazla yaygın olmayan biranın, Cumhuriyet Dönemi’nde halk içkisi haline getirilerek yaygınlaştırılması gündeme gelir. İnsan sağlığına zarar veren ağır içkiler yerine, hafif bir içki olan birayı Türkiye’de yaygınlaştırmak, bu yolla ziraat alanında, Anadolu’nun ortasında yeni bir gelir kaynağı oluşturmak amaçlanmıştır. İstanbul’daki bira üretimi sürmekle birlikte 1934 yılında Atatürk Orman Çiftliği’nde yeni bir Bira fabrikası kurulur. Ankara’nın başkent kimliği, Orta Anadolu’nun sosyal kalkınmasının kaynağı olması, demiryollarının sağladığı ulaşım kolaylığı, biranın hammaddesi olan arpanın yetişiyor olması, fabrika için gerekli olan iyi kalitede su kaynaklarının bu bölgede bulunması, Fabrikanın Ankara’da kurulmasının nedenleri olarak gösterilir..
Bu ilk fabrika, demiryolunun hemen güneyinde, bugünkü bira fabrikasının bulunduğu alana yapılır. Küçük bir üretim tesisi olan Bira Fabrikası, doğu-batı doğrultusunda iki katlı yatay bir kütle ile bunun doğusundaki dikey kütlenin birleşmesinden oluşmuştur. Yapının güney cephesinde yatay dizi oluşturan pencereler ve geniş bir balkon düzenlemesi bulunmaktadır. Günümüzde özgün hali ile korunmaya çalışılan Atatürk’ün çalışma odası da bu ilk binadadır. 1937’de Yeni fabrika yapıldıktan sonra, yönetim birimlerinin bu eski fabrika binasında çözümlendiği anlaşılmaktadır.
Egli’nin tasarımı olan yeni Fabrika ise işlevsel gerekçelerle eski fabrika ile aynı yerde yapılmıştır. Mevcut bina yıkılmamış, fazla kapsamlı olmamakla birlikte, planında ve arka cephesinde bazı değişiklikler ve onarımlar yapılarak yeni binanın doğudaki kütlesine bir köprü ile bağlanmıştır.
Bira Fabrikası, Viyana Bira Sanayi Meslek Okulu eğitmeni Dr. Kluger ile bir Alman inşaat mühendisi tarafından tasarlanmış, makineler, Çekoslovakya’daki Skoda Firması’ndan gelmiştir. Egli ETH Zürich Arşivi’nde bulunan, 1969’da kaleme aldığı anılarında, yapıdan şöyle sözeder:
“… Ve de bana, bir inşa planlaması gerçekleştirme, uygun bir yer tespit etme, malt hülasası üretimi, mayalandırma fıçıları, alüminyumdan depolama tankerleri ve de sonuç olarak nefis ve kaliteli bira üretecek bir tesis inşa etme şerefi bahşedilmişti. Müteahhit; mimar-mühendis Bedri Bey idi. Bira Fabrikası için çok yüksek demir-beton ocak inşa edilmişti. Günlerden bir gün inşaatta çalışırken, şiddetli bir deprem oldu, inşası yeni biten ocak bir sağa, bir sola sallanıyordu, -ben de bazı olumsuzluklar yaşamıştım- daha sonra sarsıntı durdu, tehlike geçmişti.”
Çiftlik Müdürü Tahsin Coşkan’ın 3.3.937 tarihli, günün acil çözüm bekleyen konularını 11 madde halinde sıraladığı Riyaseti Cumhur Katibi Umumisi Bay Rıza Soyak’a yönelik yazının 9. ve 11. Maddeleri bu konu ile ilgilidir. Cumhurbaşkanlığı’ndan Tahsin Coşkan’a yazılan 9 Şubat 1937 tarihli yazıda, “Yapının yeri ve inşaat konusunda Egli’nin görüşü alınabilir. Daha da doğrusu Dr. Kluger, Egli ve varsa fabrikanın fen adamları birlikte konuyu tartışarak bir karara varılmalıdır,” sözleri Egli’nin yapılaşmanın pek çok aşamasındaki karar yetkisi ile etkin kimliğini ortaya koyar.
İki katlı, daha küçük bir yapı olan varolan fabrikanın yine Egli tarafından tadilatının yapılarak kullanıldığı, sonradan yapılan Bira Fabrikası’na ait birbiri ile bağlantılı üç ayrı bloğun, mevcut yapı ile birlikte dikdörtgen orta avlunun etrafını kuşattığı görülmektedir. Bunlardan avlunun kuzeyindeki “Yeni Bira Fabrikası”, batısındaki “Yeni Malt Doldurma Yeri”, güneyindeki “Eski Fabrika”, doğusundaki “Yeni Malt Fabrikası”dır. Fabrikaya doğusundaki, içinde ikametgah da bulunan tek katlı kontrollü bir girişten ulaşılmaktadır. Fabrikanın kuzeyine ise aynı tarihlerde bin ton arpa kapasiteli bir silo yapılmıştır. Yapının bütün bölümleri, üretimin içeriğine uygun bir anlayışla biçimlenmiş parçalı kütle düzenine sahiptir. Büyük makinelerin yer aldığı, geniş ve aydınlık olan bu mekanlar günümüzde de özgün kimliğini korumakla birlikte, Tren yoluna paralel uzanan doğu batı doğrultusundaki uzun dikdörtgen kütleli blok, bira üretiminin yapıldığı ana binadır. İki katlı yatay kütle doğusuna yakın bölümde beş katlı bir bölümle kesintiye uğrar. Cephenin demiryoluna bakan bu cephesi büyük ölçüde sağır bırakılmakla birlikte, önde ve geride kalan kütleler ile düşey bordürler ile ayrılmış alanlardaki “Ankara Birası” yazısı ve bunların daire biçimli çerçeveleri cepheye hareket katan ögelerdir. Bunlardan başka, Çiftliğin bu dönemdeki amblemi olan “Ç” harfi ve Egli’nin bütün yapılarında olduğu gibi özenli konumlanışı ile bayrak direği, çevreye hitap eden ön cepheye özenli bir görünüm kazandırmaktadır. Yapının önünde demiryolu ile bağlantılı bir ray sistemi bulunmaktadır.
Avlunun doğusundaki Malt Fabrikası, beş kat yüksekliğinde düşey kütle etkisi, cephesinin bir bölümünde kullanılan bosajlı kesme taş kaplaması ile diğerlerinden ayrılır. Bu düşey etkiyi her katta tekrarlanan yatay bant pencereler kırmaktadır. Ana caddeye yakın konumlanan Malt Fabrikası günümüzde yenilenerek TTK kurumunun yönetim binasına dönüştürülmüştür.
Avlunun batısındaki kare kütleli “Doldurma yeri” iki katlıdır. Farklı yüksekliklerdeki parçalı kütleler ve baca gibi ögeleri yapıya, salt işlevsel bir mimari kimlik kazandırmaktadır. Betonarme iskelet sistemine uygun olarak yapılan fabrika bloklarında bütün cepheler dönemin yaygın kullanımına uygun olarak edelputz sıva ile kaplanmış, eski fabrikanın kiremit kaplı eğimli çatısı dışında bloklar, parepet duvarlarının arkasındaki az eğimli çatı ile örtülmüştür. Yapının batısında ise işçilerin kullandığı sonradan yapılan büyük bir yemekhane ve lokal bloğu bulunmaktadır.
“Bira Fabrikası Memur ve Amele Evleri”
Çiftlik Müdürü Tahsin Coşkan, 1933 tarihli bir yazısında konut sıkıntısını konu etmekte, ancak yeni lojman yapılması yerine olabildiğince varolan yapıların bu işleve uygun hale getirilerek kullanılmasını önermektedir. Bekar çalışanların da aile kurarak buraya yerleşmeleri, böylece kuruma bağlılığın artırılmasının önemini örnekler vererek belirtmiştir. Bekar işçiler için 1920’lerde yapılan ve günümüzde lokal olarak kullanılan yönetim binasının yakınındaki ikametgah ise 1930’ların hemen başında artık oldukça yetersizdir. Planlı bir konut yerleşimi düşüncesi Jansen planı ile gündeme gelir. Jansen’in Bira fabrikasının doğusuna ve batısına belli bir düzen içinde yerleştirdiği konutların hepsi uygulanmamıştır. Günümüzde, konu edilen Memur ve İşçi Konutları dışında yerleşkenin çeşitli yerlerinde çok sayıda konut bulunmaktadır.
Bira Fabrikası’na odaklanan 1936 tarihli yazışmalarda işçi ve memur konutları konusunda fabrika ile eş zamanlı çözüm arandığı görülmektedir. Çalışanların yaşamından şikayet etmeden kolay ulaşılabilir ve rahat yaşanabilir mekan temini, yani çalışanların memnuniyetini sağlama, fabrikadaki verimin ve kalitenin de önkoşuludur. Bu ortak yaşama alanı aynı zamanda ortak bir ideali paylaşmalarında, devlete ve kuruma bağlılıklarını artırmada yarar sağlamaktadır. Çiftlikteki başlıca sorunlardan birinin barınma olduğu, sorunu başlangıçta onbeş konut ve daha sonra yerleri belirlenen diğer konutlar ile çözmeye çalışmanın ötesinde, konutun kaliteli ve çağdaş yaşam çevresi nesnesi olarak ele alındığı görülmektedir.
Bira Fabrikası Memur ve İşçi Konutları, Egli’nin plan tipini “Şekil A” olarak adlandırdığı dört bağımsız tek konut; plan tipini “Şekil B” olarak adlandırdığı iki aile için dokuz ikiz konut; ayrıca bunların güneyinde tiplerini “Şekil C ve D” olarak adlandırdığı ikişer katlı iki blok konuttan oluşmaktadır. Hamamın konutlar ile bir bütünlük içinde ele alındığı, yapılar birbirini kesen düzenli yollar ile birbirinden ayrılarak oluşturulan geometrik bir kurgu içine oturtulurken, hamamın batıdaki bahçe düzenlemeleri ile ana caddenin gerisine çekilerek daha daha korunaklı ve bağımsız hale getirildiği, ortak kullanım alanlarından ve gürültüden uzak tutulduğu görülmektedir.
Egli’nin vaziyet planında bu konutlar doğu-batı doğrultusundaki sokağın iki yanında konumlanırlar. Sokağın yönetim birimlerine daha yakın olan üst bölümünde tek ailelik dört konut ile bunların ortasında, Atatürk’ün ‘manevi kızı’ Ülkü için yapılan ikiz konut yer alır. Bu tek konutların günümüzde olduğu gibi inşa edildiği dönemde de Çiftlik yöneticilerine ait olduğu, sokağın diğer tarafındaki ikiz konutların ise diğer çalışanlar için düşünüldüğü anlaşılmaktadır. Eşit aralıklarla yerleştirilen ve geniş birer bahçe içinde yer alan konutlar mimari özellikleri ile çağdaş bir fiziksel çevre oluşturmanın yanında, önlerindeki bahçe ile çalışanların yaşam alışkanlıklarına uygun birer ortam sunmaktadır.
Simetrik olarak biçimlenmiş ikiz konutlar sırtsırta iki büyük oda ile köşelerde birer küçük oda, mutfak, banyo gibi mekanlardan oluşmaktadır. Yapının tek yöne eğimli dik çatısı, sokağa bakan ön cephenin iki kat yüksekliğinde olmasını sağlamıştır. Bu yüksek ön cephede altta yatay bant oluşturan üçer pencere ile köşelere yakın birer giriş ve üst sırada yuvarlak biçimli yan yana dört pencere yer alır. Üst sıradaki pencereler, çatının eğimi ile oluşan çatı katına ışık sağlamakta ve cephenin üst seviyesindeki sağır etkiyi kırmaktadır. Edelputz sıva ile kaplı yalın cephe, ahşap kaplı geniş bir saçakla sonlanmakta, yan duvarlar saçak boyunca devam ederek konutun önünde daha özel küçük bir alan yaratmaktadır. Yapının ön cephesinden bakıldığında, arkada kalan dik eğimli çatı görülmediğinden kübik mimarinin düz çatı anlayışı görsel olarak sürdürülmüştür. Tek konutlar, mimari özellikleri ve dik eğimli çatısı ile diğerlerine benzemekle birlikte, önündeki verandası, ön cephenin bir yanındaki düşey etki yaratan bölümü ile farklılık gösterir.
Egli’nin Çiftlik’teki diğer yapılarında olduğu gibi bu modern konutlar da betonarme iskelet sistemine sahiptir. Günümüzde Ülkü Evi dışındaki konutlar değiştirilmiş, içten merdivenli iki katlı yapılara dönüştürülmüş, çatı ve cephe özellikleri ile birlikte özgün kimliklerini yitirmişlerdir.
“Bayan Ülkü Evi”
Egli anılarında, konutun yer seçimi ve Atatürk’ün bu konudaki hassasiyetini açıkça ortaya koyan gelişmeleri ayrıntılı olarak anlatır:
“Bahse konu olan ev için inşaat programı, bana devlet başkanının genel sekreteri Hasan Rıza Soyak tarafından verilmişti. Kendisi bana inşaat alanı olarak, memur lojmanlarının ortasında yer alan bir araziyi göstermişti. Günlerden bir gün, ki o sıralarda Bira Fabrikası’nda çalışıyordum, nefes nefese bir hizmetkâr yanıma geldi, Atatürk’ün beni çağırdığını, hemen Ülkü Evi arazisine gitmemi, kendisinin beni orada beklediğini söyledi. Atatürk’ün yanına vardığımda, kendisi, evi bu arazide inşa etmemi kimin söylediğini sordu, ben de Hasan Rıza’nın da yanında “Genel Sekreteriniz Paşam” dedim. Kısa bir sessizlikten sonra Atatürk bana dönerek şöyle dedi: “Benimle gelin, size Ülkü için daha iyi bir inşaat alanı göstereceğim”. Sonra beni yüksek bir alana götürdü… Atatürk eski Ülkü Evi planının arka sayfasına el yazısı ile bir kez daha inşaat programının detaylarını yazdı, sonra bana dönerek ‘Profesör, işte artık yeni inşaat alanı ve inşaat programını gördünüz, düşünün bakalım, benim burada biraz işim var, 20 dakika sonra yeni inşaat sahasına gelirim, orada bana, gelecekteki Ülkü Evi’ni gezdirirsiniz,” dedi. Böylece, yeni bir ev inşa etme düşüncelerimle yalnız kalmıştım. Atatürk söylediği saatte geldi, bana elini uzatarak şöyle dedi: “Hadi bakalım, bana evi gezdirin!” Ben de gezdirmeye başladım: “ Şimdi girişteyiz, dikkat üç basamak! Şimdi de holdeyiz, derinliği, genişliği şu, şu.. sağda, solda şu, bu…” Ben izahatta bulunurken ve bütün evi gezdirirken, Atatürk neden böyle, böyle değil gibi sorular soruyordu. Kendisini bir cumbadan aşağıya baktırdım, pencerelerin yönü ve diğer kısımlar tespit edilmişti bile. İşte kısacası, sadece düşündüğüm ve hayal ettiğim evi böyle gezdirmiştim. Şimdi kupkuru bir inşaat sahasına hakim kişiler edasıyla ilerliyorduk… Sonunda bana şöyle dedi:“Anladınız mı, projenin üzerinde çalışın ve dört gün sonra İstanbul’a gelin! Sizi Dolmabahçe’de bekliyorum… Ankara’da üç gün boyunca, yardımcı asistanlarımla birlikte düşünce ve tespitlerimi gerektiği şekilde kağıtlara aktardım… Planlarımı ve krokilerimi masa şeklindeki cam vitrinin üzerine serdim ve gerekli açıklamaları yaptım… O anda; omzuma dokunmasından, yanağımı okşamasından beğenildiğimizi anladım… Ertesi gün, inşa edilecek evin masraflarının, en ince ayrıntısına kadar hesaplanarak Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak’a vermem istendi.”
Ülkü Adatepe ile yapılan görüşmede yapının, Onuncu Yıl İlkokulu’nun yakınında olduğu bilgisi alınmış, Çiftliğin eski çalışanlarından ise Memur ve İşçi konutlarından özgün durumunu koruyan tek yapı olan üst sıradaki ikiz konut olduğu öğrenilmiştir. Egli’nin “Ülkü Evi” çizimi ile varolan yapı, anılarında anlattıkları ile uyuşmamaktadır (Resim 20). Ancak eldeki bilgilerden, bu konut için daha önce bir plan hazırlandığı ve yer belirlendiği, daha sonra Atatürk’ün bunu uygun bulmadığı, konum olarak yüksek bir yer göstererek yapı ile ilgili inşaat programının detaylarını yazdığı, eldeki planın da bu doğrultuda hazırlandığı sonucuna varılmaktadır. Anılarında Atatürk’e en az iki katlı, cephe çıkması olan bambaşka bir projeden sözettiği görülmektedir. Ancak, başlangıçta belirlendiği gibi Memur ve İşçi Konutları’nın bulunduğu alana yapılmış, planındaki bazı farklılıklara karşın, diğer ikiz konutlar ile benzer cephe ve çatı özellikleri uygulanmıştır. Yapı, bodrum üzerine tek katlı birbirine bitişik iki evden oluşur. Simetrik olmamakla birlikte farklı büyüklükte iki oda ve geçiş mekanları ile mutfak, banyo gibi mekanlar bulunmaktadır. Her iki evin girişi de diğer konutlardan farklı olarak güneydedir. Yapının kuzeyindeki köşeler boşaltılarak birer kolon yerleştirilmiştir. Yapı, ölçeği ve diğer ikiz konutlar ile hemen hemen aynı özellikteki sade cepheleri ve tek yöne eğimli dik çatısı ile, sahibinden kaynaklanan ayrıcalıklı bir mimari kimlik yerine, genel konut yapılaşmasının bütünlüğü içinde çözümlenen bir karaktere sahiptir.
Öte yandan Egli’nin “Ülkü Evi” ile ilgili anlattıkları, Çiftlik’teki yapılı çevrenin oluşmasındaki işleyişi bu küçük yapı ölçeğinde de olsa vermekte, Atatürk’ün yapılaşmayı bizzat takip eden ve yönlendiren kimliğini ortaya koymakta, işveren ile mimar arasındaki anlayış birlikteliği hakkında fikir vermektedir.
Bira Fabrikası Hamamı
Yerleşkenin en ilginç yapılarından birisi olan Bira Fabrikası Hamamı, fabrika ve konutlar ile birlikte tasarlanan kompleksin bir parçasıdır. Egli tasarımında genel olarak Osmanlı hamamının karakteristik şemasına bağlı kalmakla birlikte, malzeme-teknik kullanımında 1930’lu yılların modern ve kısmen kübik mimarlık anlayışına uymuş, su ve ısıtma sisteminde geleneksel hamamlardan farklı olarak teknolojinin olanaklarından yararlanmıştır.Çiftlik Müdürü Tahsin Coşkan’ın 3.3.937 tarihli, günün acil çözüm bekleyen konularını onbir madde halinde sıraladığı, “Riyaseti Cumhur Katibi Umumisi Bay Rıza Soyak’a” yönelik yazısının son maddesi, Atatürk Orman Çiftliği Bira Fabrikası Hamamı ile ilgilidir. Yapı yerlerinin seçiminde ve konu ile ilgili diğer kararlarda Egli, Goss ve Bedri isimleri geçmektedir.
Atatürk Çiftlik ile ilgili pek çok konuda olduğu gibi, binaların yer seçimi ve inşaat süreçlerinin takibiyle de ilgili ve meraklıdır: “Bir inşaatı daha, ki yapımı bitmişti, Atatürk ile birlikte gezmiştim. Bu yine kendi mülkiyeti içindeki Türk Hamamı idi. Burayı da gezerken, Atatürk’ün en ince ayrıntısına kadar sorduğu sorular şaşkınlık vericiydi, kimse böyle sorular soramazdı, her seferinde uyanık keskin bir zekanın, insanın içine kadar işleyen bir imtihanı veriliyor gibiydi.”
Günümüzde oldukça harap durumda olan bu yapının hangi tarihten itibaren kullanımdan çıktığı bilinmemektedir. Ancak 1960’lı yıllarda yaşamış memur ailelerinden alınan sözlü bilgiye göre hamam bu yıllarda işlevini yitirmiş durumdadır. Hatta yerleşkedeki konut sıkıntısının da etkisi ile atıl durumdaki yapının bir bölümü bir memur ailesi tarafından konut olarak kullanılmıştır.
Bira Fabrikası Hamamı, Atatürk Orman Çiftliği yönetim binalarına yakın, ana eksenin belirlediği caddeye doğrudan açılan geniş bir bahçe içinde yer alır. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan dikdörtgen kütleli yapı, Türk Hamamı şemasına uygun bir anlayışla, soğukluk (soyunmalık), ılıklık ve sıcaklık olmak üzere yanyana sıralanan üç bölümden oluşur. Soğukluk ve sıcaklık bölümleri, yaklaşık eş büyüklükte kare planlı ve güneydeki daha basık ve çapı daha geniş olmak üzere farklı büyüklükte birer kubbe ile örtülüdür. Soğukluk ve ılıklık bölümleri yarım bodrum üzerine iki katlı, sıcaklık ise tek katlıdır. Yapının girişi, güneyindeki dört basamakla ulaşılan yan yana üç kapıdan sağlanır.
Girişten ulaşılan kare planlı soyunmalık bölümü dört yönden galeri ile kuşatılmış, ortasındaki dört kolonun taşıdığı büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Mekan, kubbe kasnağındaki 16 pencereden ışık alır. Simetrik bir anlayışla biçimlenen mekanın doğu ve batısında 25 cm.yükseklikte seki ve karşılıklı sekizer pencere, kuzeyinde simetri ekseninde galeri katına ve bodrum kata ulaşımı sağlayan dönel merdiven ile bunun iki yanında, ılıklığa geçişi sağlayan birer kapı bulunur. Ayrıca kuzeyde üst kata çıkışı sağlayan simetrik yerleştirilmiş birer merdiven daha vardır. Özgün planında mekanın doğu ve batısında eş büyüklükte karşılıklı beşer soyunma odası ile kuzeyindeki kapının iki yanında kare biçimli, diğerlerinden daha büyük birer oda olduğu görülmektedir. Mevcut izlerden ahşap bölüntüler halinde olduğu anlaşılan bu odalar günümüze ulaşmamış, pencereler ise sonradan kapatılmıştır. Mekanda bulunan malzeme parçaları, zemininin mermer kaplı olduğunu göstermektedir.
Soyunmalık ve sıcaklık arasında geçiş mekanı niteliğindeki ılıklığın özgününde üç köşesinde birer halvet, dördüncü köşede ise tuvaletler ile doğu ve batısında dörder yuvarlak pencere yer alır. Bu bölümün zemininde bulunan kare kaplama malzemelerine ait parçalardan zemin kaplamasında, diğer iki ana mekandan farklı olarak, yine bu dönemde yaygın olan seramik kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Hamamın en büyük mekanı olan sıcaklık, ortasındaki dört kolonun taşıdığı kubbe ile örtülüdür. İşlevine uygun olarak bütün duvarları sağır bırakılan mekan kubbe yüzeyindeki 44 fil gözünden ışık alır. Zemini soyunmalık ve ılıklıktan biraz daha alt seviyede olan sıcaklık, 15 cm yükseklikteki seki ile dört yönden kuşatılmıştır. Su olukları, seki boyunca devam eder. Mekanın ortasında daire biçimli göbek taşı bulunur. Zeminden yüksek bu betonarme platformun dört tarafından bodrum kattaki ısıtma sistemi ile bağlantı sağlanmıştır. Duvarlarda bulunan nişlerden üst seviyedekiler havalandırma ve buhar dolaşımını sağlayan sistemi barındırır. Alt seviyede ise su sistemi ve eşit aralıklarla yerleştirilmiş kurnaların izleri görülür. Mekanın zemin kaplaması mermedir.
Soyunmalık bölümünün zemine açılan galeri katı, zemin katta olduğu gibi günümüzde ancak izleri görülebilen eş büyüklükte soyunma odalarını barındırır. Boydan boya demir korkuluk ile kuşatılan galeriden ılıklığın üst katındaki kafeteryaya geçilir. Geleneksel hamamda olmayan bu ilginç mekanın geçmişte soyunmalık bölümünde yapılan yeme içme, sohbet ve dinlenme işlevini karşıladığı anlaşılmaktadır. Doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen biçimli mekanın ortasında kafeterya işlevine ilişkin bir bölme bulunduğu yine izlerden ve özgün plandan anlaşılmaktadır. İşlevine uygun olarak doğu ve batısındaki düşey dikdörtgen pencerelerden bol ışık alır. Yapının üç ana bölümden oluşan bodrum katı ise su ve ısıtma sistemini barındırmaktadır.
Yapının cepheleri, yalın ve sade bir modern anlatıma sahip olmakla birlikte, özellikle kubbe örtüler yapıya Klasik Osmanlı Dönemi hamam mimarisini anımsatan özellikler katar. Yapının güneye bakan kısa giriş cephesinde dört basamakla yükseltilmiş üç kapılı sade bir giriş düzenlemesi dikkati çeker. Ortadaki kapı geniş bir saçak ile tanımlanmıştır.
Yapının simetrik olarak biçimlenmiş uzun cepheleri birbirinin tekrarıdır. Yatay etkili bu cephelere hareket kazandıran asıl öge, ortadaki cephe çıkmasıdır. Bunlar yalın görünümlü her iki cepheye plastik etki sağlamış, yüzeylerindeki düşey dikdörtgen pencereler bu etkiyi daha da artırarak cephelerin sağır anlatımı kırılmıştır. Bu çıkmaların altındaki ılıklığın, fabrika ve konutlarda da kullandığı yuvarlak biçimli pencereleri ise cepheye az da olsa hareket katan diğer bir ögedir. Edelputz sıva ile kaplı bütün cepheler ince bir saçak silmesi ile sonlanır. Yapı, dönemim malzeme-teknik kullanımına uygun olarak betonarme iskelet sistemine sahiptir. Geleneksel hamamlardan farklı olarak, ocak sistemi yerine, bodrum katındaki kalorifer sistemi ile ısıtılan yapının soyunmalık ve ılıklık bölümlerinde kalorifer peteklerinin yerleri günümüzde görülmektedir. Sıcaklık ise geleneksel hamamlarla benzer anlayışla zemininden ve duvarlarından geçen sıcak su boruları ile ısıtılmıştır.
Hamamın bütün bu özellikleri ile, her ayrıntısı düşünülerek işlevin ve malzemenin öne çıkarıldığı, geleneksel hamam tipolojisi ile modern malzeme ve tekniğin birlikte kullanıldığı bir sentez yapısı olduğu görülmektedir. Bütün bu göstergelerin yanında Egli’nin mimarlığında, geleneksel mimarlık mirasını gözardı etmeden modern malzeme teknik olanakları ile ulaşmaya çalıştığı sentezi, ya da kendi deyimi ile “günün modasına bağlı olmayan zamandan bağımsız” ifadeyi Bira Fabrikası Hamamı’nda yakaladığı düşünülmektedir.
Lokanta
Çiftlik Müdürü Tahsin Coşkan’ın 15.7.1937 tarihli yazısından anlaşılan o ki Egli bu küçük yapı için birkaç olası tasarım yapmıştır. Bunlardan en uygun olan plan üzerinde görüşülmüş, bazı değişiklikler önerilmiş, keşifleri ile birlikte “nafıa”ya gönderilmiş ve çalışmalara başlanmıştır. Bira Fabrikası’nın güneyindeki bira bahçesinden bir pergola ile ayrılan lokantaya, caddeye bakan giriş düzenlemesinden ulaşılır. Enlemesine dikdörtgen biçimli yapı, bodrum üzerine tek katlıdır. Yapıda bira salonu ve lokanta olmak üzere farklı büyüklükte iki ana salon ile ofis bulunmaktadır. Yapının ana girişi güneyindeki, iki kolonun taşıdığı geniş bir saçakla tanımlanmış, basamaklarla çıkılan girişten sağlanmıştır. Doğrudan bira salonuna açılan bu girişten başka, doğuda, lokantaya ulaştıran bir giriş daha vardır. Lokantanın büyük boyutlu pencereleri, bahçeyi izlemeye uygun aydınlık ve ferah bir mekan etkisi yaratır. Lokanta işlevinin gerektirdiği ancak “fenni” bir anlayışla ve hijyen koşullarının karşılandığı belirtilen mutfak, bulaşık mekanı, ofis, depo gibi mekanlar bodrum katta çözümlenmiştir. Cepheleri edelputz sıva ile kaplanmış, geniş saçaklı kiremit kaplı kırma çatı ile örtülmüş işlevin öne çıkarıldığı yapı, günümüzde lokal olarak kullanılmaktadır.
DEĞERLENDİRME
Atatürk Orman Çiftliği Yerleşkesi’nin Cumhuriyet’in “topyekün dönüşüm” amacına katkı sağlayacak bir ortam, modernite projesinin deneme uygulama alanı olarak kurgulanıp geliştiği, bunun sadece üretim ve barınma bileşenleri ile sınırlı kalmadığı açıkça görülmektedir. Dönemin ve izleyen yılların diğer fabrika yerleşkelerinde olduğu gibi, eğitim, sağlık, eğlenme ve dinlenme gibi çağdaş işlevleri ile çalışanlarının kurumlarına ve devlete bağlılıkları konusunda yarar gözetildiği unutulmamalıdır. Diğer yandan kentin alışık olmadığı yeşil alanları ve Ankaralılar’ın yaşamlarına katılan halka açık mekanları ile örnek bir model olma iddiasını barındırır.
Yerleşkenin ana yapılarından olan Bira Fabrikası, hamam ve konutlar, Çiftliğin endüstriyel üretim alanı olarak daha çağdaş ve bütünsel bir görünüme kavuşmasını sağlamıştır. Çiftliğin doğal peyzajı, parkları ve bahçeleri yapıyı alışıldık fabrika imajından uzaklaştırmaktadır. Hemen yanıbaşındaki her tür bitkinin yetiştiği özenle düzenlenmiş seralar, bahçeler, lokanta, parklar, havuzlar ve diğer eğlence alanları endüstriyel ve tarımsal üretim ile bu mekanları birlikte, ancak birbirini rahatsız etmeyen bir düzen ve bütünlük içinde düşünmeyi gerektirir.
Egli’nin ve Jansen’in planlama çalışmaları, doğaya hükmetme ve ona galip gelmenin ardından, temel gereksinimlerin yanında göze hoş görünen, içinde yaşamaktan mutluluk duyulacak peyzajlar yaratmaya odaklanır. Geniş dolaşım alanları, parklar, müzikli danslı eğlence mekanları, havuzları, tenis gibi modern spor alanları, daha sonra gerçekleşmiş ve günümüzde atıl olsa da “weekend hotel”i ile (Marmara Oteli) kentin dışında bir tatil merkezi oluşturma niyetini barındırır. Çiftlik çalışanları ise bu fiziksel mekanı, katkıları nedeni ile sahiplenmekte, korumakta ve geliştirmek-tedirler.
Fabrika ise içinde barındırdığı mekanik aksam ile birlikte yerleşkenin, modern biçim dilini işlevi ile örtüştüren başlıca yapılarından birisidir. Kentin modernliği anlatılırken fabrikanın bacası ile birlikte işleyen, çalışan estetiği en çok başvurulan imajlar arasındadır. Atatürk Orman Çiftliği, Bira Fabrikası ve bununla ilişkili yapıları ile kendi ölçeğinde küçük bir kentsel yerleşim modeli oluşturmakta ancak Çiftlik işlevinin diğer ögeleri ile bütünleşerek alışıldık endüstri yerleşkesi kurgusundan ayrılmaktadır. Tarlasında üretilen arpayı endüstriyel ürüne dönüştüren ve bunu yaygın biçimde piyasaya sunan bir yetkinliğin örneği olmanın yanında, hayvanat bahçesi, lunapark ve diğer eğlence mekanlarıyla iç içe olması, fabrikanın barındırdığı, gürültü, kirlilik vb önyargıları da kırmaktadır. Jansen ve Egli’nin tasarımlarındaki düzen ve düz çizgiler, giderek yükselen ve genişleyen hatlar, yerleşkenin merkezine bir yandan da ciddi ve ağırbaşlı bir resmiyet de kazandırmaktadır.
Yapıldığı dönemde Çiftlik’te yaşayanlara ve dışarıdan gelen çoğu Ankaralı olan ziyaretçilere hizmet vermesi amaçlanan Bira Fabrikası çevresindeki bu özenli kurgu, Fabrika’nın el değiştirmesi ve Çiftliğin kullanımından çıkması ile, sadece Tütün ve Tütün Mamülleri A.Ş. Müdürlüğü’nün barınma ve sosyal aktivite alanına dönüşmüş, yapılışındaki niyet, “işlevsel zorunluluklar” nedeni ile dikkate alınmamıştır. Hemen yeme içme mekanları, gürültülü ve düzensiz görünümü ile sıkışık bir alan yaratmakta ve bu özenli biçimlenmenin algılanmasını önlemektedir. Jansen’in belirlediği iki ana yol yoğun bir trafiğe sahiptir. Fidanlık, Trafo, Atölye gibi yapılar ise bu iki yol arasında kalmıştır. Yönetim binasının yakınındaki Merkez Lokantası, günümüzde de Ankaralılar’ın özellikle hafta sonlarında gittiği nezih mekan kimliğini sürdürmekteyse de İstasyona yakın bölümde rengarenk tabelaları ile görüntüyü iyice bozan yeme içme mekanları Çiftliğe damgasını vurmakta, bu mekanların daha da çoğalması için çabalar ne yazık ki sürmektedir.
Fabrikanın teknolojinin olanaklarıyla örtüşen işleve yönelik mekanik ve akılcı formu, memur ve işçi konutları ile hamam yapısında da sürdürülür. Barınma birimlerinde “yeni” olan, Kuzey Avrupa kökenli ev tipi ile ifade kazanmıştır. Ancak konutlar bir yandan önlerindeki bahçe ile sakinlerine modern bir mahalle sunarken, öte yandan sakinlerini yaşama alışkanlarından tümüyle koparmaz. Yerleşkede zaman içinde yapılan farklı tipteki konutlarda da bu anlayışın gözetildiği dikkati çeker. Egli’nin tasarımı olan bu konutlar başlangıçta işçiler ve memurlar için düşünülmelerine karşın memurlar tarafından kullanılmış, işçilerin barınma gereksinimi bu alanın doğusundaki iki katlı yapılarda ve daha sonra yerleşkeye eklenen diğer konutlarda bekar ve evli ayrımı gözetilerek çözümlenmeye çalışılmıştır. İşçi konutları, memur konutlarından mekansal olarak belli ölçüde soyutlanmakla birlikte, birbirlerine yakın konumda ortak alanları kullanırlar. İki kesim de çocuklarını aynı okula gönderirler, konut doğrudan bir egemenlik nesnesi ve göstergesi değildir. Örneğin müdür ile diğer memur konutları arasında büyük bir farklılaşma görülmez. Lokanta, lokal gibi yapıların da içlerindeki hacimlerde bir ayrıma gidildiği ancak bu durumun statü ayrımının katı bir yansıması olmadığı açıktır. İşçilerin çalışma koşullarının gerektirdiği giyimleri vs. ile fabrikanın büyük yemekhanesini kullanmaları, aynı zamanda pratik bir gerekliliktir.
Yerleşkenin ana yapılarından olan Bira Fabrikası Hamamı, benimsetilmek istenen çağdaş temizlik anlayışını karşılayan bir yapı olduğu kadar, geleneksel mahallenin vazgeçilmez nesnesi olarak hamam anlayışı ile açıklanabilir (23). Bu dönemde devlet eliyle açılan diğer fabrika yerleşkelerinde temizlik/yıkanma işlevinin ‘duş yeri’, ‘duş ve banyo binası’, ya da hala geleneksel olarak ‘hamam’ denilen ayrı yapılarda, yaygın olarak da diğer işlevlerle bir arada ele alındığını görüyoruz. Çiftliğin ilk binaları arasında da, işçilerin iş paydosundan sonra temizlendikleri ‘duş pavyonu’ bulunmaktadır. Avrupa örneklerinde ‘fabrika içinde duş yeri”’ uygulaması tercih edilirken, Egli burada Türk toplumunun temizlik ve yıkanma alışkanlıklarına uygun bir yapı tasarlamıştır. Bu yönü ile haftada en az bir defa gidilen mahalle hamamı geleneğinin, kentin dışında, kendi içinde geleneksel mahalle kavramını da karşılayan konut kurgusu ile birlikte sürdürüldüğü düşünülebilir. Konutların her birinde zaten banyo bulunması bu düşünceyi güçlendirmektedir.
Çiftlik Hamamı, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık mekanları, kubbe örtüleri, göbek taşı, seki, kurna gibi ögeleri ile temel ilkelerde Osmanlı hamamına öykünürken, yüzeysel hareketlerle yalın bırakılmış edelputz sıvalı cepheleri, betonarme iskeleti ve modern ısıtma sistemi ile modern mimarinin olanaklarından da kopmamaktadır.
Hemen yanıbaşında yine Egli’nin tasarımı olan konutlarda, kübik mimarinin biçimsel özelliklerinin yanında Kuzey Avrupa kökenli eğimli dik çatı kullanarak geleneksel mimariden tümüyle uzaklaştığı, barınma mekanlarında bu kez modern yaşam tarzını mekan ifadesinde görünür kılmayı tercih ettiği, ancak yıkanma mekanında, geleneksel olana vurgu yaptığı dikkati çeker. Ancak genel olarak sade ve yalın cepheler, yuvarlak pencereler gibi biçimsel ögelerde konutlarla ortaklıklar görülebilmektedir. Diğer yandan, Bira Fabrikası’nda kullanılan teknik donanımın, başta yönetim binası, Hamam ve Konutlar olmak üzere diğer birimler için de düşünüldüğü, yapıların kalorifer sistemine sahip olduğu görülmektedir.
1934 tarihli Çiftlik planlarında Anadolu’nun tarih öncesi geçmişine kadar uzanan arkaplanı kullandığı görülmektedir. Egli’nin bu tasarımda yaratmaya çalıştığı anıtsallık, Türk toplumunun geçirdiği değişimin boyutlarını ve elde ettiği başarıların onurunu ifade etme bağlamına odaklanır. Hamamın yerleşke içindeki merkezi konumu ve ‘Türk’e özgü oluşu’ simgesel anlamlar aramayı kaçınılmaz kılıyor. Ankara’nın karasal iklimi düşünüldüğünde kullanıcının ayrı bir binada yıkanarak evine gitmesi şeklindeki kullanım zorluğu, zaten yapımından kısa bir süre sonra da kullanımdan çıkmış olması bu düşünceyi güçlendirmektedir. Atatürk Bira Fabrikası Hamamı için, bu dönemin Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu konusundaki çalışmalar ve beklentiler ile örtüşen bir yaklaşımla ‘Türk’ tanımını karşılayan bir yapı türünü tercih ettiği şeklindeki bir ön kabulden yola çıkmak, yapının sözkonusu sembolik kimliğini daha anlaşılır hale getirmektedir.
Atatürk Orman Çiftliği, satılarak, devredilerek ya da kiralama yolları ile günümüzde Ankara’daki arazilerinin yaklaşık üçte ikisini yitirmiş durumdadır. Örneğin, yerleşkenin merkezindeki ana yapılardan Egli’nin tasarımı olan Marmara Köşkü ve Bira Fabrikası günümüzde Atatürk Orman Çiftliği’nin kullanımında değildir. Günümüzde harap durumda olan hamamın yeniden işlevlendirilmesi amacıyla onarılması gündemdedir. Ancak Atatürk Orman Çiftliği’nin, erken Cumhuriyet döneminin üretim, barınma ve eğlence mekanı olarak modernite projesinin küçük bir modeli olduğu değerlendirmesinden yola çıkarak, hala özgün işlevini sürdüren mekanları ile birlikte kuruluşundan gelişimine, üretim tekniklerinden üretilenlere, günlük yaşam ve eğlence ortamına kadar uzanan çok katmanlı bilgi sunan bir yerleşkeye dönüştürülmesinin ve korunmasının anlamlı olacağı, çok geniş bir alana yayılan yeşil dokusunun da aynı hassasiyetle değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir.
MARMARA KÖŞKÜ: ATATÜRK İÇİN MODERN ÇİFTLİK EVİ
LEYLA ALPAGUT
“…Bir insan, bir mimar ve bir teknik adam olarak görevimin, iyiden ve güzelden etkilenerek iyiyi ve güzeli yansıtmak olduğunu düşünüyordum. Bu, hayattan beklentimdi, bunu entelektüel bir program veya bir misyon olarak izlemem gerektiğine inanıyordum.” (Egli, 1969).
Marmara Köşkü, Erken Cumhuriyet Dönemi “modernite projesi”nin kapsamını ve niteliğini kendi ölçeğinde tanımlayan “Gazi Orman Çiftliği Yerleşkesi”nin başlıca yapılarından birisidir. İsviçreli Mimar Ernst Egli’nin, 1930’lu yıllar boyunca devam eden Çiftliğin planlanması ve yapılaşması konularındaki etkili konumunun habercisi olan bu erken tarihli yapı, Egli mimarlığını olduğu kadar dönemin modern olanı nasıl algıladığını ve tasarım / inşa süreçlerine ve karar mekanizmalarına nasıl yansıttığını anlamayı sağlayan ilginç veriler sunar.
Yapı, önündeki kamuya açık Marmara Havuzu ve Parkı’nın bir parçası olarak, kullanıcısını halktan soyutlamayan, aksine onunla biraraya getiren modern bir Çiftlik Evi olarak düşünülmüştür. Kullanıcısı Atatürk olan yapı, çağdaş yaşam biçimine uygun mekansal özellikleri, modern tasarım anlayışı, yeni malzeme ve teknik kullanımı ve diğer pek çok ayrıntısı ile önemli bir Erken Cumhuriyet Dönemi konutu örneği olmasına karşın yeterince araştırılmamıştır.
Çalışmada, bütün bileşenleri ile modern üretim, yaşam, planlama ve yapı anlayışının temsili olan Atatürk Orman Çiftliği’ndeki Marmara Köşkü’nün özgün yazılı ve görsel belgeler ışığında tanıtılması ve değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Egli tasarımı olan bu yapının yerleşkenin bileşeni olarak işlevi, kullanım değeri, yapıldığı dönemin tasarım çeşitliliğini örnekleyen kimliği ve dönemi ile kurduğu bağıntı bu makalenin başlıca tartışma konusudur.
GAZİ ORMAN ÇİFTLİĞİ’NDE İLK YAPILAŞMA VE ÇİFTLİK’TE ATATÜRK İÇİN KÖŞK NİYETİ
Cumhurbaşkanlığı Köşkü Atatürk Arşivi’nde bulunan 1926 tarihli bu tasarımların uygulanmadığı anlaşılmakla birlikte, kuruluşunun hemen ardından, Çiftliğin bütününü olmasa bile merkezinin bir bölümünü tanımlayan bir planlamanın düşünüldüğünü gösterir. Erken tarihli bu tasarımlar Çiftliğin merkezinde yer alması planlanan ilk yapıların ve konumlarının kısmen de olsa altlığını oluşturması bakımından önemlidir. Çiftliğin merkezindeki ana eksenin güney ucunu oluşturan yüksek konum için yapılan bu tasarımda, çevresi ağaçlarla kuşatılmış yaklaşık kare biçimli bir alana “Gazi Paşa Evi” ve “Misafir Evi”, kare alanın güneyine ise “Çiftlik Müdürü’nün Evi” ile “Amele Evi” yerleştirilmiştir. Başlıca konutları bir arada sunan bu tasarım, Atatürk için köşk niyetinin başlangıcından beri varlığını, bunun için Kuleli Köşk deneyiminin ardından yapılan Marmara Köşkü’nün de aynı ön niyetin ürünü olduğunu göstermektedir.
“Gazi Çiftliği’nde İnşa Edilecek Köşkün Medhalinden Görünüş” adlı 1926 tarihli diğer bir belge, altında “İng. Radonsky (Radonidy?)” ismi güçlükle okunan bir serbest el çizimidir. Burada, korkuluklarla kuşatılmış geniş ve düzenli bahçenin ortasında, heykelli dairesel bir havuz, bunun iki yanında sözkonusu Gazi Paşa Evi ve Misafir Evi görülür. Bu özenli bahçe içinde, benzer anlayışla biçimlenen iki katlı konutlar, üçgen alınlıklı ve kemerli cephe çıkmaları ile çiftlik evi karakterinde tasarlanmışlardır.
1926 tarihli “Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Ankara Çiftlikleri” adlı yayında, eski fotoğraflardan da izi sürülebilen ilk yapılar arasında, “Yamaçta birinci sırada hakim bir konuma yerleştirilen kuleli bir Çiftlik Müdürlüğü Binası ve bunun iki yanında Müdür ve Muhasebeci için iki büyük konut”un adı geçmektedir. Sözkonusu Kuleli Köşk ve Müdürlük binalarının, tasarımı yapılan ancak gerçekleşmeyen “Gazi’nin Çiftliği’nde İnşa Edilecek Köşk”ün yerine inşa edildiği düşünülmekte, ancak bu binaların da günümüze ulaşmamış olması, istenilen ya da niyet edilen için en azından başlangıçta yeterince kalıcı çözümler üretilemediğini akla getirmektedir. 1926 tarihli “Gazi’nin Çiftliği’nde İnşa Edilecek Köşk” projesinden kısa bir süre sonra, Ernst Egli’nin tasarımı olan Marmara Köşkü hayata geçirilmiştir. Egli’nin Türkiye’ye davetinden yaklaşık bir yıl sonra üstlendiği bu önemli görev, 1930’lar boyunca etkili olacağı Çiftliğe ait yapılaşma çalışmalarının da ilkini oluşturur. Atatürk’e yakın bir mimar olarak özellikle başkent Ankara’nın yapılaşmasında etkin rolü olan Egli’nin dönemin başlıca projelerinden Çiftlik yerleşkesinde de söz sahibi olması şaşırtıcı değildir.
Egli, 1928’de tamamladığı Marmara Köşkü’nün ardından 1934 yılında Çiftlik planını hazırlayarak Cumhurbaşkanlığı’na sunmuştur. 1936’da Jansen ile birlikte yaptığı planlama çalışması ve 1936-1937 yılları arasında hazırladığı Bira Fabrikası, Hamam, Memur ve İşçi Konutlarının tasarımı ve yapımı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki görevlerinden ayrıldığı 1936 yılına ve hemen sonrasına rastlamaktadır.
EGLİ’NİN GAZİ ORMAN ÇİFTLİĞİ İÇİN YENİ BİR KÖŞK TASARIMI VE UYGULAMA SÜRECİ
Marmara Köşkü’nün inşaat işlerini, dönemin başlıca müteahhit firması Erzurumlu Hacı Ahmedzade Nafız üstlenmiş, konu ile ilgili Cumhurbaşkanlığı Köşkü, Gazi Orman Çiftliği ve müteahhit firma arasındaki ilk yazışmalar 1928 yılında kısa aralıklarla yapılmıştır. Yazışmaların sıklığı ve inşaat süresi ile ilgili bilgiler yapının hızla tamamlanması konusundaki hassasiyeti gösterdiği kadar kuruluşun hemen başlangıcındaki yapılaşma deneyimine göre daha sistematik ve etkin bir sürece tanık olmayı sağlar.
Erzurumlu Hacı Ahmedzade Nafız’ın Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a yazdığı 28/6/928 tarihli “çiftlikteki muhtelif yapıların inşaatlarına ait fiyatları” bildirdiği beş maddelik yazının birinci maddesi, Marmara Köşkü’nün yapım süresi ve bedeli ile ilgilidir. Marmara Köşkü konusunda ulaşılan bu en erken tarihli belgede, kendilerine verilen görevin nasıl yerine getirileceği ve bunun maddi boyutu konusunda bilgi verildiği gibi, yapı için görevlendirilen Batılı mimarın adı ile ilk kez bu belgede karşılaşılmaktadır. Marmara Köşkü, “Mösyö Egli”nin projesine göre inşa edilecektir.Projeler henüz kendilerine ulaşmadığından inşaat süresini bildirememenin yanında, malzeme ve inşaat koşullarının projenin sahibi tarafından belirlenmesi önerilmektedir. Buna göre projelerin, Egli’nin Türkiye’ye gelmesinden kısa bir süre sonra projeleri hazırladığı ya da hazırlanma kararının alındığı anlaşılıyor. Daha önce gerçekleşmemiş 1926 tarihli bir projenin varlığı ve yapımından bir süre sonra yıkılan Kuleli Köşk, Atatürk için bir konut yapımının öncelikli olarak ele alındığını ancak istenildiği şekilde gerçekleşmediğini, hemen kısa süre sonra bu görevin Ankara’ya henüz ayak basmış Egli’ye verildiğini göstermektedir.
Atatürk, 1927’de Gazi İlk Muallim Mektebi (Gazi Eğitim Enstitüsü) projesini Kemalettin Bey’den alarak Ernst Egli’nin yapmasını istediği gibi, Kuleli Köşk’ten vazgeçtiği ve Egli’den Marmara Havuzu’nun kıyısında “modern” bir konut yapmasını istemiş olduğu akla gelebilir.Hikayenin kurgusu ne şekilde olursa olsun, Ankara’da Sağlık Bakanlığı yapısı ile başlayan kırılmanın ya da modern olanı talep etmenin bir başka uygulaması ile karşılaşılmaktadır. Ancak köşkün kemerli revak düzenlemesi, modernin biçimsel tanımına aykırı bir durum göründüğü gibi, alışıldık Egli mimarlığının dışında bir duruma tanık eder. Bu durum, 1920’lerin sonunda ulusaldan uluslararasına evrilen mimarlık ortamındaki geçiş döneminin ikilemini akla getirdiği kadar, yakın zamanda tamamladığı Kemalettin Bey’in Gazi İlk Muallim Mektebi binasına da örtük ya da açık biçimde gönderme yaptığını düşündürmektedir (Resim 8). Diğer yandan, Atatürk ile ilk karşılaşmalarında Gazi İlk Muallim Mektebi Projesi’nin “modern olup olmadığı” sorusu ile karşı karşıya kalan, değişim konusunda kararlı bir işveren olarak Atatürk’ün niyetini kavrayan Egli mimarlık anlayışında vurguladığı gibi, daha bu ilk tasarımında bile bir “sentez” yaratmak istemiş olabilir.
Marmara Köşkü inşaatı için malzeme ve maddi boyut konusunda Erzurumlu Hacı Ahmedzade Nafız’dan rapor istenmiş, bunun üzerine şirket, projelerin kendilerine ulaşmasının ardından hemen iki ay içinde yapıyı tamamlamalarının mümkün olacağını belirtmiştir. Malzeme konusunda ise, Cumhurbaşkanlığı’nın temin edeceği tuğla ve kiremitten başka yapının bütün inşaat malzemesinin kendilerine ait olduğunu, bu durumda inşaat bedelinin, kalorifer tesisatı ile birlikte 33.000 lira bedelini bulacağı Cumhurbaşkanlığı’na bildirilmiştir.
Bu ilk Marmara Köşkü yazışmasından yaklaşık bir ay sonra 23.7.1928 tarihinde Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’ın bu kez Ankara Belediye Başkanı Asaf Beyefendi’ye yönelik yazısı ile karşılaşılıyor. Yazının birinci maddesinde Soyak, yapının Egli tarafından yapılan plana göre müteahhit Nafiz ve Galip Bey’lere 33.000 liraya verildiği bildirmiş, tali planların bu müteahhitler tarafından yapılmasını, Egli’nin inşaatı ara sıra kontrol ederek “noksan ve yanlış yapılmış şeyler görürse bildirmesi”ni, bu durumun Egli’ye ve müteahhitlere iletilmesini Asaf Bey’e rica etmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı Başmimarlığı görevindeki yoğun günlerine rastlayan ve büyük ölçekli olmayan bu inşaat için Egli’den sadece “ara sıra kontrol” istenmesi uygun görülmüş olmalıdır. Zira Egli görevinin hemen başında Anadolu’ya inceleme gezilerine gönderilmiş, başkent Ankara için okul tasarımları hazırlamaya başlamıştır. Ancak daha sonra Egli’nin, Marmara Köşkü’nün bütün iç mekan ayrıntılarını da bizzat ele aldığı görülecektir.
Hacı Ahmedzade Nafız’ın 11.7.1928’de Cumhurbaşkanlığı’na yazdığı diğer bir yazıda, Egli’nin tasavvurundan geçen şartnameye göre keşif miktarı 6000 lira olan kalorifer tesisatı ile birlikte, mutfak tesisatı hariç tuğla ve kiremit Cumhurbaşkanlığı’ndan temin edilmek üzere maliyetin bu kez 47.500 lira olacağı bildirilmiş, bu yeni fiyat kabul edilirse Egli’nin şartnamesinin uygulanacağı belirtilmiştir.
Bu kısa aralıklarla yapılan yazışmalarda alınan kararlar doğrultusunda inşaata başlandığı anlaşılıyor. Diğer yandan 5.11.1928 tarihinde Cumhurbaşkanlığı’nın, müteahhitlere gönderdiği dört maddelik yazısında, Marmara Havuzu kenarında, İzmir Köşkü adı ile küçük bir köşkün inşa edileceği belirtilmekte ve yapı ile ilgili şartlar şöyle sıralanmaktadır: “Köşk, Mimar Profesör Mösyö Egli tarafından yapılan plan ve keşfe göre yapılacaktır. Yapının inşaat, iç ve dış tertibat, tafsilat resimleri Egli tarafından belirlenecek ve müteahhit bunlara uyacaktır. Süre üç ay, inşaat bedeli 5000 liradır. Bu miktar önceden bildirildiği için, şartlarda anlaşılırsa inşaata hemen başlanacaktır”.
Yazışmalardan da anlaşıldığı gibi Marmara Havuzu, köşkün inşaatının tamamlanmasından önce yapılmış, parkın düzenlenmesi, havuz kıyısındaki küçük İzmir Köşkü’nün yapılması gibi yenilikler, Köşkün inşaatı ile eş zamanlı olmuştur (Resim 9). Dönemin yayınlarında Marmara Denizi biçimindeki havuz için, “Marmara Havuzu’nun Kapıdağı Yarımadası’nda şirin bir köşk, Gemlik Körfezi’ni kucaklayan koyu yeşil ağaçlar”dan sözedilmektedir (Anon., 1953). Çiftliğin üretime ve ticarete yönelik kurgusunu tamamlamanın yanında onu dönemin diğer uygulamaları arasında ayrıcalıklı bir konuma getiren, eğlenceye ve dinlenmeye yönelik mekan anlayışıdır. 1930 yılına gelinmeden iki parkın mevcut olması Çiftliğin başından itibaren bu işlevleri bir arada barındıran kimliğini ortaya koymakta, parklar, Çiftliğin güzel köşeleri ve onu taçlandıran “tezyinat” olarak görülmektedir:
“Çiftlikte tezyinata da ehemmiyet verilmekte ve her sene tevsi edilmek üzere parklar vücuda getirilmektedir. Elyevm Çiftlik’te Marmara ve Çiftlik Köşkü Parkları namına iki park mevcuttur. Çiftliğin muvaffakiyetle vücuda getirdiği tezyinat bahçeleri bilhassa Ankara’nın ihtiyaçlarını temine matuftur”.
Buradan anlaşıldığı gibi, dönemin yayınlarında “Çiftlik Köşkü Parkı” olarak adlandırılan Kuleli Köşk’ün önündeki halka açık havuzlu park ve Marmara Parkı ilk eğlence ve dinlenme yerleri olarak mevcuttur. Çiftlik’teki ilk köşkün de Marmara Köşkü’nün de önünde park yapılması, köşklerin kullanıcılarını mekandan ve diğer kullanıcılardan soyutlama isteği yerine halk ile bir arada, onlarla bütünleşmeyi amaçlayan işlevini de açığa çıkarır. Bu biraz zorlama, çünkü yalnızca bir park yapılmakta, bu da bugünkü anlayışımızdaki park gibi değil; yeşil alan demek.
Bu havuzlu parklar dışında üçüncü bir havuz uygulaması bu kez ana eksenin doğusundaki Karadeniz Havuzu’dur. Ankara’ya ait olmayan bir adlandırma ile Karadeniz Havuzu, yine oldukça yeni olan, sağlık, gençlik, spor idealleri ile örtüşür biçimde, yüzme ve su sporlarına uygun olarak tasarlanmış ve bu amaçla kullanılmıştır. Marmara Havuzu ise böyle bir amaç taşımamakta, ancak 1930’lu yıllara ait fotoğraflarında, Atatürk’ün üniformalı bir denizcinin kürek çektiği kayıkla gezinti yaptığı, havuzun kıyısındaki parkta insanların oturduğu görü. Oluşturulan mizansen bütünüyle takip edildiğinde, Atatürk’ün model olma/üretme/yaratma düşüncesi modernite projesinin bütün aşamalarında olduğu gibi burada da açıkça okunabilmektedir.
ATATÜRK’ÜN MODERN ÇİFTLİK EVİ: MARMARA KÖŞKÜ
Marmara Köşkü, Gazi Orman Çiftliği’nin başlıca dinlenme ve eğlence mekanı olan Marmara Havuzu’nun bulunduğu halka açık parkın bir parçası olarak Atatürk’ün isteği üzerine yapılmıştır. Köşk ile eş zamanlı tasarlanan havuzun da işaret ettiği gibi, bu kurak alandaki su ögesi Marmara Denizini sembolik olarak çağrıştırmakta/canlandırmakta, köşk ve içinde bulunduğu park da aynı adı almaktadır. Ancak su ögesinin varlığı ve Marmara adlandırması Çiftliğin bu bölümü için yeni değildir. 1925-1926 arasındaki “Gazi Orman Çiftliği” kuruluş ve yapılaşma yıllarının hemen başında, buradaki Marmara Su Deposu tamamlanmıştır. Daha kuruluş döneminde su deposuna Ankara’nın özlem duyduğu denize özgü isim verilmesinin havuzun biçiminde belirleyici olduğu, mevcut su deposu havuz niyetine zemin hazırladığı, adlandırma ile örtüşen bir biçimlenmeye yol açtığı düşünülebilir.
Yapı, Atatürk Orman Çiftliği Yerleşke merkezinin güneyinde, Çiftliğin ana omurgasını belirleyen kuzey-güney ekseninin bitiminde, yüksek bir konumda yer alır. Yerleşim alanının eğimi nedeni ile Çiftlik arazisinin bütününü algılayan bir konumlanmadır bu. Köşk, kuzeyden bakıldığında taraçalar halinde özenle düzenlenmiş bu alanın en üst noktasındaki görünümü ile çevreden soyutlanmış bir izleme mekanı oluştururken, güneyindeki halka açık park ile ilişkisi bu kimliği birden değiştirir ve belli ölçüde park mekanı ve kullanıcıları ile bütünleştirir. Güneyde dikdörtgen biçimli parkı çepeçevre kuşatan asfalt yol halkın buraya ulaşımını sağladığı gibi, kuzeyindeki köşkün önünde bulunan alan ile sınır oluşturur.
Marmara Köşkü’ne ait “Mimar Profesör Ernst Egli” imzalı dört özgün çizime ve 1930’lu yıllarda çekilmiş, yapıyı çevresi ile birlikte gösteren çok sayıda fotoğrafa ulaşılmıştır. Bunların dışında Çiftlik yönetimi, Cumhurbaşkanlığı Köşkü ve müteahhit firma Erzurumlu Hacı Ahmedzade Nafız arasındaki yazışmalar, yapım kararı, proje, inşaat süreci, malzeme, maliyet gibi konularda aydınlatıcı diğer belgelerdir.
Cumhurbaşkanlığı Köşkü Atatürk Arşivi’nde bulunan sözkonusu plan, kesit ve cephe çizimleri, “Gazi Çiftliği’nde İnşası Mutasavver Gazino Pansiyonu” şeklinde adlandırılmıştır. Buna karşın bütün yazışmalarda yapıdan Marmara Köşkü olarak sözedilmesi, başlangıçta yapının, başlıca kullanıcısı Atatürk olmak üzere, bir yandan Çiftlik arazisini seyreden, diğer yandan önündeki havuzlu parka bakan bir “pansiyon” olarak düşünüldüğü, tasarımın tamamlanmasının hemen ardından yakınındaki Su Deposu’nun buraya kazandırdığı mevcut adlandırma ile artık Marmara Köşkü denildiği anlaşılmaktadır.
Ernst Egli’nin 25.11.1928 tarihli “Marmara Köşkü’nün dahili tezyinatı için izahat” adlı iki sayfalık açıklamasında, yapının iç düzenlemesi, duvar kaplamalarının renkleri ve desenleri gibi konuları da bizzat ele aldığı, günümüze ulaşmayan bu uygulamayı “tezyinat” olarak adlandırdığı dikkati çekmektedir. Örneğin salon duvarlarının yatay alçı profiller ile hareketlendirildiği görülmekte, bunların tavandan zemine kadar fildişi renginden açık kahverengiye kadar nasıl boyanacağı ve nasıl tonlanacağını şematik olarak verilmektedir. Egli aynı yazıda, yapıda kullanılacak mobilyalara da yer verilmiş, “alayişsiz (gösterişsiz)” fakat en iyi malzemeden yapılmasını, deri yerine brakat veya goblen ile kaplanmasını istemiştir. Günümüze ulaşmayan şöminenin sütunları arasındaki nişin içine bir statü konmasını, mümkünse antik, yoksa yeni eserlerden biri ama her şekilde mermer olmasını, çiçek ve benzeri bir obje konulacaksa saksı ve etajerin zevksiz olmamasına dikkat edilmesini özellikle vurgulamıştır. Sözkonusu yazıda küçük salon olarak belirtilen ancak günümüzde mevcut olmadığı için yeri ancak tahmin edilebilen mekanın tavanı da büyük salon gibi fildişi boyalı olmalı, belli bir seviyeden itibaren duvarlar modern görünümlü kağıt ile kaplanmalıdır. Egli, üst kattaki odaların duvarlarının da kağıt ile kaplanmasını önermiş, ancak eşyalarla uyumlu biçimde modern desenli olmasına özen gösterilmesini istemiştir. İkinci derecedeki odalarda ise sade, düz ve bezemesiz yüzeyler kullanılmalıdır. Egli’nin bu açıklamaları, aynı dönemin konut ve aile yaşamını “asri” gereksinimler doğrultusunda yeniden şekillendirmeye yönelik düşünceler ile doğrudan örtüşür. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nuın 1934’te kaleme aldığı Ankara romanının baş kahramanlarının Ankara’daki evleri, “takdire şayan” yeni mobilyalarla döşenmiş asri konutu örnekler. Bauhaus ilkelerinin dışta olduğu kadar iç dekorasyonda da belirleyici olduğu bu dönemde, kesin geometrik biçimlerle ucuz ve güzel bir ev inşa etmenin yanında, süsten arındırılmış, yalın, dayanıklı ve rahat mobilyalarla yeni tip bir güzellik ve estetik oluşturma isteği vardır. Köşk inşaatının tamamlanmasından yaklaşık bir yıl sonra, Hasan Rıza Soyak’ın Hacı Ahmed Zade Nafız’a yönelik 20.10.1929 tarihli yazısında revak kemerlerindeki çatlaklardan ve binanın diğer bölümlerindeki bazı sorunlardan sözedilmekte, bu konunun hemen incelenerek sonucun bildirilmesi istenmektedir. Bir gün sonra gönderilen cevap, yapılan inceleme sonucunda, kemerdeki çatlakların kemerin biçimi ile ilgili olduğu ancak bunun önemsiz bir durum olduğu, iç mekandaki sorunların badana onarımı ile giderilebileceği şeklindedir.
Marmara Köşkü’nün yapıldığı tarihlerde yine müteahhit firmanın Cumhurbaşkanlığı ile yaptığı yazışmalarda, Marmara Köşkü bahçesine yapılacak setler, havuzlar ve merdivenler ile ilgili tasarım konu edilmiştir. 3.3.1929 tarihli iki çizim, köşkün kuzey bahçesinin düzenlenmesine aittir. 1/100 ölçekli çizimlerde, asfalt yoldan itibaren dört kademe halinde yükselen bahçede, simetri ekseninin iki yanında merdivenler bulunmakta, son kademeyi köşkün önündeki özenle biçimlenmiş bahçe düzenlemesi oluşturmaktadır. Plan ve kesitin altında kontrol edenin “M. Suphi” imzası arkada ise “M. Galib” imzası, set duvarları çiziminde Grozz Roll’ün onayı bulunmaktadır. Galib ve Roll, Çiftliğin 1930’lar boyunca devam eden yapılaşma etkinliklerinde, özellikle 1937’de yapılan Bira Fabrikası yazışmalarında Egli ile birlikte sıkça anılan isimlerdir.
Köşk günümüzdeki hali ile iki aşamada gerçekleştirilmiştir. Egli’nin tasarımı olan dikdörtgen kütleli ilk yapı 1928-1929 yılları arasında tamamlanmış, 1950’li yıllarda Demokrat Parti’nin kullanımına geçmiş ve bu sırada yapıyı genişletmek amacıyla kuzeyindeki eğimli alana üç katlı kütle eklenerek yapı T biçimi kazanmıştır. Bu ek yapılırken ana binanın özgün görünümü belli ölçüde değişmiş, zemin katta yapıyı çepeçevre kuşatan revaklardan kuzeydeki bütünüyle ortadan kalkmış, güneydeki revağı örten saçak kaldırılarak teras yapılmış, revak kemerlerinde ve girişlerde değişikliğe gidilmiştir. 12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne devredilen yapı, günümüzde TC Başbakanlığı tarafından kullanılmakta, 1950’li yıllarda kazandığı kimliğini korumaktadır.
Doğu-batı yönünde dikdörtgen kütleli ilk yapı, bodrum üzerine iki katlıdır. Özgününde yapıyı çepeçevre kuşatan revaklar nedeni ile üst kattan daha geniş olan zemin katın büyük bir bölümünü, özgününde salon olarak tanımlanan geniş hol oluşturur. Salonun iki yanında hizmet birimleri, birinci katta çalışma ve yatak odaları, bodrum katta ise mutfak yer alır. Egli’nin 25.11.1928 tarihli “Marmara Köşkü’nün dahili tezyinatı için izahat”a göre zemin katta büyük salonun dışında, günümüze ulaşmayan bir küçük salon, büyük salonun batısında ise özenle biçimlenmiş, geleneksel ocak biçimine sahip şömine bulunduğu anlaşılmaktadır. Eğimli yerleşim alanı nedeni ile üç katlı olan ek binada ise, alt kat hizmet birimlerini, orta kat kuzey güney yönünde dikdörtgen biçimli büyük bir toplantı salonunu, üst kat ise eş büyüklükte iki yatak odasını içerir.
Yapının ana girişi, güney revaktan ulaşılan orta eksendeki kapıdan sağlanır. Zemini mermer kaplı geniş salonun kuzeyinde, sonradan eklenen kütlenin büyük toplantı salonu, batısında üst kata ulaşımı sağlayan zemini mermer kaplı özenli merdiven holü bulunmaktadır. Birinci katta uzun dar koridorun güney yüzünde yaklaşık eş büyüklükte yan yana üç oda sıralanır. Koridorun diğer yüzünde özgününde yedi pencere sıralanırken ek bina nedeni ile bunlar kapatılmıştır. Koridorun doğu ve batı ucunda revakların üzerindeki teraslara açılan birer kapı bulunmaktadır. Oldukça yalın bir anlayışla biçimlenen odalar güneydeki pencerelerden bol ışık alır.
Yapının uzun ön ve arka cepheleri ile iki yan cephe özgününde simetriktir. Yalın bir anlayışla biçimlenen güney cephenin önünde birkaç basamakla ulaşılan veranda ve beş yuvarlak kemerli revak, revağın üstünde geniş bir teras ve üst kat odalarının düşey dikdörtgen biçimli beş penceresi sıralanır. Üç büyük, iki küçük kemerden oluşan revağın özgününde yuvarlak kemerli dört bölümden oluştuğu, kiremit kaplı geniş bir saçakla örtüldüğü, sonradan bu saçağın kaldırılarak teras yapıldığı anlaşılmaktadır. Böylece yapıyı üç yönden kuşatan teras görünümü elde edilmiş, bu durum geniş bir alt katın üzerinde piramidal olarak daralan bir üst kat etkisi yaratmıştır. Özgününde, ön cephede simetriyi güçlendiren ve iki yandaki sağır yüzeyi hareketlendiren yuvarlak kemerli nişler olduğu ancak bunların sonradan kapatıldığı görülmektedir.
Yapının kısa cephelerinde ise üç bölümlü revak ve ikişer kapı, üst seviyede üçer küçük pencereye yer verilmiştir. Revağın üzerinde ise teras ve pencereler ve birer kapı bulunur. Sonradan eklenen kütlenin üç yönünde, zemin katta yine yuvarlak kemerli revak düzeni sürdürülmüş, birinci katta bunun üzeri teras olarak düzenlenmiştir (Resim 33). Birinci katta ise toplantı salonunu yine üç yönden kuşatan düşey etkili büyük dikdörtgen pencereler, en üst sırada ise odaların daha küçük pencereleri sıralanır. Toplantı salonunun düşey dikdörtgen pencerelerinin üzerinde, yatay bir dizi oluşturan yüzeysel girintilere yer verilmiş, bu kütlenin Çiftlik arazisine bakan üst katına basık kemerli balkon yerleştirilmiştir. Bütün cepheleri edelputz sıvalı olan yapı geniş bir saçakla sonlanmış, kiremit kaplı kırma çatı ile örtülmüştür. Betonarme iskelet sistemindeki yapı subasman seviyesine kadar taş kaplanmış, revak, teras ve dıştaki merdivenlerin kaplamalarında taş, revak kemerlerinin iç yüzeyinde mermer, yapının içinde ise, salon ve koridorun zemin kaplamalarında ve merdivende mermer kullanılmıştır. Oldukça yalın bir anlayışla biçimlenen yapıda, özgününde duvar kağıtlarında sade desenlere ve şöminenin yakınına koymak için heykel gibi bazı dekorasyon ögelerine yer verilmesine karşın günümüzde herhangi bir bezeme ögesi bulunmamaktadır.
Yapının inşaatı sürerken tamamlanan İzmir Köşkü ise havuza doğru uzanan temel üzerinde yükselen, tek katlı, tek mekanlı kare kütleli küçük bir yapıdır. Geniş cam yüzeyleri, dışa taşkın balkonu ve giriş düzenlemesi ile sade ancak hareketli bir görünüme sahiptir. Görsel olarak deniz kenarında konut modeli oluşturması bakımından, havuzda ve parkta açık olarak gönderme yapılan Marmara Denizi ve kıyısı düşüncesini tamamlamaktadır. Yapının güneyinde, taş kaplı merdivenlerle ulaşılan, üzeri saçakla örtülü bir veranda ve giriş, doğu ve batısında yüzeyi küçük karelere bölünmüş ikişer geniş cam yüzey, güneyinde dışa taşkın bir balkon bulunur (Resim 38). Zemini ahşap kaplı mekanın tavanına yıldız formu verilerek hareketlendirilmiştir. Cepheleri edelputz sıva ile kaplı bu küçük yapı, geniş saçaklı kiremit kaplı kırma çatı ile örtülüdür.
DEĞERLENDİRME
Marmara Köşkü’nün içinde bulunduğu “Gazi Orman Çiftliği” Yerleşkesi, modernite projesinin deneme ve uygulama alanı olarak kurgulanıp gelişmiş, üretim ve barınma işlevlerinin yanında eğlenme ve dinlenme amaçlı bileşenleri ile Cumhuriyet’in modern çevre ve yaşama ideallerinin gerçekleştirileceği bir model olarak sunulmuştur. Tarımın ve endüstrinin modern koşullarda uygulanacağı bu kompleksin Jansen ve Egli’nin planlama çalışmaları ile şekillenen ortamında lunapark, Bira Parkı, dans pisti, teniz kortları, yüzme havuzları, piknik alanları vb. modern bireyin şekilleneceği, yeni bir görgü ve deneyim kazanacağı mekanın parçalarıdır. Cumhuriyet’in gelecekçi/fütürist ideolojisi, projelendirdiği yeni ülke ve onun idealleri, gençlerin, kadın ve erkeklerin bir arada varolduğu mekanlar üzerinde görselleştirilmektedir. Cumhuriyet’in başlıca ideallerinden olan sağlık, gençlik gibi kavramlara da doğrudan gönderme yapan medeniyet sembolleri olarak çalışanlarına, Ankaralılara ve diğer misafirlere sunulmuştur. Yerleşkenin tümünü kapsayıcı belirli bir planlama yapılmaksızın başlayan Çiftlik yerleşiminde halka açık modern mekanlar oluşturma niyetinin daha başlangıçta varolduğu, günümüze ulaşmayan Kuleli Köşk’ün, kamuya açık havuzlu park düzenlemesinde, hemen ardından Marmara ve Karadeniz Havuzları’nda ve Bira Parkı’nda izlenebilmektedir.
Bu düşüncenin bir parçası olarak üretilen Marmara Havuzu ve Parkı, yerleşim alanının bir kenarında konumlanan Marmara Köşkü Çiftliğin, modern planlama ve inşa süreçleri sonucunda elde edilen erken tarihli uygulaması olarak karşımıza çıkar. Köşk ve havuz, mimar-işveren diyaloğu ve tasarım süreçlerinin takip edilebildiği ilk uygulamalar olmanın yanında Egli’nin Türkiye’deki en erken tarihli yapılarından birisidir. Türkiye’ye gelir gelmez Atatürk tarafından, “modern olması” talebi ile Gazi İlk Muallim Mektebi Projesini tamamlayarak Milli Eğitim Bakanlığı içinde başta Ankara olmak üzere Anadolu için eğitim yapılarının tasarımını gerçekleştirmeye başladığı dönemin ürünüdür. Bu erken dönem olma özelliği Egli mimarisinin kimi alışıldık özelliklerinin dışında, örneğin bağlayıcı eleman olarak kemere yer vermesinde de belirginleşir. Gazi İlk Muallim Mektebi projesindeki rol değişimi ve bu dönemde iyice belirginleşen yabancı mimar tercihi, Atatürk’ün mimariden beklentilerine açıklık kazandırmaktadır.
Marmara Köşkü, küçük bir yapı olmasına karşın yerleşkenin yüksek noktasındaki konumu, etkili bir görünüm kazandırır. Bu konum, tıpkı Çankaya’daki ikametgahının ve sonradan Holzmeister’e yaptıracağı Pembe Köşk’ün, tüm kente hakim, gören/gözetleyen/izleyen anlamları gibi Çiftliğin tümünü algılamaktadır. Köşkün önünde taraçalar halinde yükselen özenli bahçe düzenlemesi, yapıyı çevresi ile birlikte düşünen modern anlayışın ilk örneklerinden olma özelliğini taşır. Köşkün görünümünü daha da vurgulu hale getiren bu düzen, Çiftliğin bütününde algılanabilecek, toprağa hakim olma, onu şekillendirme isteğinin bir başka boyutunu örneklemektedir. Güneyindeki kamuya açık havuzlu park, köşkü Çiftliğin kullanıcılarından soyutlamak yerine onu “görebilme” olanağı sağlar.
Bu dönemde kamu yapılarının projelendirilme işi özellikle Almanca konuşulan ülkelerden gelen mimarlara verilirken konut alanını Türk mimarların sahiplendiği görülmekle birlikte, Atatürk için düşünülen böyle bir konutun tasarımı ve yapımı, İsviçreli Mimar Ernst Egli’ye verilmiştir. Ankara için yaptığı diğer tasarımlar gibi bu yapıdan da memnun kalınmış olmalı ki Egli, 1930’lu yıllar boyunca Çiftliğin modern bir görünüm kazanmasına yönelik planlama çalışmalarını ve pek çok yapının tasarımını üstlenen başlıca mimar olacaktır.
Marmara Köşkü Egli’nin kendisini, yabancısı olduğu ve anlamaya çalıştığı politik ve kültürel atmosferin içinde bulduğu dönemin dinamikleri içinde çözümlenebilecek ilginç bir yapıdır. Kemerli kubbeli tasarımdan vazgeçen Atatürk’ün bu yapıdaki yönlendirici konumuna ilişkin herhangi bir bilgi bulunmamakta. Atatürk’ün, yapıyı çepeçevre kuşatan yuvarlak kemerli revak düzenini tercih edip etmediğini bilmemekle birlikte, Egli’nin bu tasarımını onayladığı açıktır. Nitekim yapının projelendirilme aşamasından başlayarak inşaat süreci boyunca köşk ile yapılan yazışmalarda herhangi bir memnuniyetsizlikle karşılaşılmıyor.
Diğer yandan, Egli’nin kemeri tercih etmesi, buna karşın dik eğimli çatısı ve ahşap kepenkli pencereleri ile yapıda Kuzey Avrupa kökenli bir görsel etkiyi de yakalaması, dönemin kendi içinde ikilemler taşıyan mimarlık ortamını da örneklemekte. Burada kemerli bir yapı olan Gazi İlk Muallim Mektebi deneyiminden ve Atatürk’ün mimarlıktan beklentisini anladıktan sonra neden hala kemeri kullandığı şeklinde bir soru akla gelmekle birlikte, Atatürk’ün Çiftlik için tasarlanan küçük ölçekli bu yapıda böyle bir dikteye gitmediği ya da geleneksel bir öge olarak algılanan kemeri reddetmediği, Egli’nin ise anlamaya çalıştığı bu yeni ortamda, mevcut olan ile yeni olanı sentezlediği ilk arayışlarından biri olduğu düşünülebilir. Zaten kemerli revağın dışında yapı, Egli’nin geldiği coğrafyaya özgü dik eğimli çatısı, ahşap kepenkli pencere düzeni, simetrik ve yalın cephe özellikleri ile modern konut etkisinden uzaklaşmıyor. Ancak aynı özellikleri nedeni ile dönemin biçim dilini tanımlayan “kübik” kavramını da tümüyle karşılamıyor. Benzer özellikler Egli’nin aynı tarihlerde Ankara’da yaptığı Etimesgut Yatı Mektebi ve Ticaret Lisesi yapılarında da dikkati çekmektedir. İç mekanda, eğlence amaçlı toplantılara uygun geniş salonu, üst katta geniş ve ferah yatak odaları ile geleneksel bir kimlik de taşımazken, Egli’nin şömine tasarımında geleneksel Türk ocağının biçimsel özelliklerini kullanması, her şekilde Egli’nin yeni tanımaya başladığı kültüre özgü ayrıntılar ile bağ kurmaya ya da daha sonraki yazılarında vurguladığı gibi Anadolu’yu göz ardı etmeyen “sentez” yaratmaya yönelik uygulamalar olarak görülebilir. Geleneksel Türk odasına özgü ocak bulunan mekan, Marmara Köşkü ile aynı tarihlerde inşaatı devam eden Arif Hikmet Koyunoğlu’nun Türk Ocağı (1927-1930) (Halk Evi, günümüzde Devlet Resim Heykel Müzesi) binasındaki Atatürk’ün isteği ile yapılan Türk Salonu’nu akla getirir. Bu durum, Ankara’daki bu önemli inşaatı büyük olasılıkla görmüş olan Egli’nin Atatürk’ün beğenisi ve konu ile ilgili eğilimler konusunda fikir edinmesinde, yöreye özgü olduğu kadar günün beklentilerini de karşılayacak modern bir yapı üretme konusundaki arayışlarında etkili olduğunu düşündürür. Öte yandan mobilyalarda, döşemelerde, duvarların boyasında, düz, yalın, gösterişsiz ve “modern” görünümü tercih etmesi bulunduğu dönemin modern ev içi tasarımları ve beklentileri ile örtüşüyor. Egli, burada olduğu gibi erken dönem yapılarında, kısa süre sonra daha iyi tanıyacağı geleneksel Türk evi ile bazı detaylarda bağ kurmuştur. 1934 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlattığı Milli Mimari Semineri bu ilginin bir ürünüdür. 1936 yılında La Turquie Kemaliste dergisine yazdığı makalede,
“Modern Türk evinin gerekli tüm modern teknik donanımları dış görünümünde değil ama özünde barındırması, özgün formların çağın ihtiyaçlarına uygun şekilde uyarlanması, kendi tarzının büyüklüğünü yaşatması ve Türkler’in dünya kültürünün gelişimine özgün bir katkısı olan geç Osmanlı Döneminin kaybolan ulusal değerlerinin Rönesans’ı olarak yeniden yaşam bulması dileğimdir.” diyerek Milli Mimari Semineri deneyiminin uzantısı olan görüşünü sürdürür.
Mimarın, yapının projesi ile birlikte iç düzenlemesini de ele alan Batılı yaklaşımı, Çiftlik için olduğu kadar Ankara için de yeni bir deneyim örneğidir. Egli’nin Marmara Köşkü’nün iç dekorasyonunda yalınlığı ve sadeliği öne çıkaran, bu yönü ile de “kibar bir güzellik” yaratmaya çalıştığı anlaşılan açıklamaları dönemin modern konut, modern mobilya, modern yaşam söylemlerine uygun bir mekanı tanımlar. Aynı şekilde, salonda görsel bir odak yaratması beklenen resim, heykel gibi sanat yapıtlarından birine yer verilmesi “moda”sı, Egli’nin salonunda, özellikle tembihlediği şekli ile, “mümkünse antik, yoksa yeni eserlerden biri ama her şekilde mermer olmalı, çiçek ve benzeri bir obje konulacaksa saksı ve etajerin zevksiz olmamasına dikkat edilmeli” sözleri ile 1930’dan hemen önce yapılan bu modern köşkte de yerini buluyor. Egli’nin “zevksiz olmamasına dikkat edilmeli” sözleri önceki dönemin süslü, ağır, hantal, toz tutan, mekan ile uyumsuz olabilecek her nevi ögeyi içeriyor olmalı. Öncelikli olarak antik heykeli tercih etmesi ise, Egli’nin 1969 tarihli anılarında anlattığı Antik Çağ mimarlığına ve sanatına duyduğu ilgi ile açıklanabilir. Bu konudaki düşüncelerine, antik kentlere yaptığı gezilerini anlatırken yer veriyor:
“Ne zaman Antik ya da Helen tarzı bir yapının kalıntısına dokunsam, sanki içimden sessizce fısıldayan canlı bir ürpertinin geçtiğini hissediyorum. Bu ses bana, bir kere doğmuş bir güzelliğin, tüm ihmallere, yıkımlara ve terk edilmişliğe rağmen yok olmayacağını, zira onun yaratıcının bir eseri olduğunu, onun sevgisiyle canlı kaldığını, hiçbir zaman kaybolmayacağını ve tekrar yeni bir şekil ile hayata döneceği umudunu taşıdığını fısıldıyordu.”
Atatürk Orman Çiftliği’nde 1930’lu yıllara ait yapılar günümüze ulaşmakla birlikte 1930 öncesinde yapılan binaların birçoğu ne yazık ki özgün kimliklerini büyük ölçüde yitirmişler ya da tümüyle yok olmuşlardır. Marmara Köşkü bu dönemden kalan ender örneklerden birisidir. Ancak özgün işlevinin değişmesi ile birlikte, havuzlu park da kullanımdan çıkmış, bu durum, başlangıçtaki amacının yitirilmesine neden olmuştur. Çiftliğin İstasyon yakınındaki halka açık mekanlarında yaratılan istenmeyen görünüm düşünüldüğünde, bu değerli yapının mimarlık tarihi okumalarına katkı sağlayacak özgün kimliğini büyük ölçüde korumuş olması sevindiricidir. Köşkün çevresindeki yeşil doku da aynı hassasiyetle korunmuştur. Marmara Köşkü’nün, özel kullanımından kaynaklanan halka kapalı olma niteliği bir yana bırakıldığında, Çiftliğin bu dönemden günümüze ulaşan çoğu Egli tasarımı olan yapılarının korunmasına örnek oluşturması gerektiği, Atatürk Orman Çiftliği’nin kuruluşundan gelişimine, üretim tekniklerinden üretilenlere, günlük yaşam ve eğlence ortamına kadar geçmişten günümüze bilgi sunan bir yerleşkeye dönüştürülmesi için yapılması önerilen çalışmalara katkı sağlayacağı düşünülmektedir.